uzun bölüm getirdim size
iyi okumalar koğuşજ⁀➴
Gözlerimi zar zor araladım. İçeri sızan ince ışık tavana yakın parmaklıklı pencereden görünen yağmur bulutlarının arasından hafifçe güneşi ağırlıyordu.
Derin bir iç çekerek tekrardan gözlerimi kapattım. Tavanın köşesinden yere devamlı aralıklarla damlayan su damlaları, çıkardıkları sesle beni rahatsız ediyordu.
Yüzbaşı güneş doğduğunda kamptan ayrılmış, yağmur sabah saatlerinde hafifçe çiselemişti. Hüzün ikimizin arasındaki son bakışmalarımızda tutunan o son duygulardan biri olmuştu. Kaesong'da yazdığım mektuplarımın hepsini dün gece ona verdiğimde bile Yüzbaşı oldukça sessizdi. Veda sayılmazdı belki de aramızdaki, her şeyin son bulacağını biliyor olsak da sanırım görmezden geldiğimizde canımızın daha az yanacağını sanıyorduk.
Yalandı... Yüzbaşının kışladan gittiği saatten beri gözüme gram uyku girmemişken canım oldukça yanıyor, kalbim tam aradığı ruhu bulduğunu zannederken yarım kalmışlık hissinin yükü altında eziliyordu.
Tüm bu şeylerin hiçbirine anlam veremiyordum. Veda etmemiş miydik gerçekten? Veda olsaydı son bir kez sarılmaz mıydı bana..? Neden yapmamıştı bunu? Umudun varlığı uçurumun eşiğinde ipte sallanan cambaz misaliydi. Bir aydan uzun bir süre içinde onsuz bir hayat düşünemez hale gelmişken onu tekrar görmeyi umut etme cesaretini de kendimde bulamıyor gibiydim.
Karmakarışık zihnim, kaderin baltaladığı ruhum ve yaralı kalbim. Hepsi bir araya geldiğinde tek düşünebildiğim onun ne durumda olduğu oluyordu...
Sabah çiseleyen yağmurun akşam saatlerine doğru tekrardan başladığını duyabiliyordum. Choi San onun yerine gelip kışlayı devraldığında hedefim o aptal binbaşının gözüne gözükmemekti. Etrafta dolaşmadığım sürece, beni görmezse canıma olan kastını unutacağını düşünmüştüm. Bu yüzden bütün üç gün ve gece boyunca odada kalmayı planlamıştım.
Sanırım bir kez daha, yanlış düşünmüştüm...
Choi San geldiği gibi emir vererek beni yanına çağırmış, askerlerin birinden bileklerime kelepçe takmalarını istemişti. İşin garip yanı, itiraz etmemiştim. Ne bileklerime soğuk metal kelepçeleri sımsıkı taktıklarında, ne de beni yemekhanenin bodrum katında varlığını bile bilmediğim bir hücreye kapattıklarında, zerre itirazım yoktu.
Yorgun hissediyordum... Bir gecede bütün duygularım nasıl alt üst olduysa, Yüzbaşının gidişi de beni en çok yoran şey olmuştu. Kabullenmekte zorlanan zihnim gidişini düşünmekten yorulmuştu. Onun gözlerime her bakışında koşturmaya başlayan kalbim çok yorulmuştu...
Gözlerimi sımsıkı kapattım, gerçek anlamda elim kolum bağlı durmak beni çıldırtıyordu. Bütün bunları kabulleniyor oluşumun tek sebebi Binbaşı San ile polemiğe girmek istemememdi. Ayrıca Yüzbaşı kışlada yoksa ve eve dönüşüm kesinse herhangi bir şeyi savaşmaya değer bulmuyordum artık.
Albay Bang'i düşünmek istiyordum. 1 aydan fazla zaman almıştı ama sonunda beni buradan çıkarmanın bir yolunu bulmuş olmalıydı. Felix'i özlüyordum, onun da beni ne kadar özlediğini bir şekilde biliyordum... Eve dönmeliydim, kendime verdiğim sözü tutup burada Yüzbaşıyla yaşanan şeyleri unutmalı, yoluma bakmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fatal flaws ➵ ◛ °minsung √
FanficKuzey Koreli Yüzbaşı Lee Minho ve esir düşen güneyli asker Han Jisung [TAMAMLANDI.] "Seni sevmeye yetebilir mi benliğimden geriye kalan bir avuç cesaret kırıntısı? Tatmin eder mi kaderi, aşkın esiri olmuş gururdan yoksun bizlere acıması için?" Bulut...