[15]

364 54 157
                                    

જ⁀➴

Bir melodi ıslığımda buluyor yerini, ana binanın en üst katında, odanın ağırladığı yaz havasına karışıp gidiyor. Kaesong'da güneşli bir gün, yatağımda oturmuş aklıma gelen bir Güney şarkısına ıslığımla hayat vermeye çalışıyorum.

Yüzbaşı bana odasında bağırdığında yukarı çıkmış, o zamandan beri yatağımda oturuyordum. Sırtım duvara yaslı, pencere aralık. Ormandan gelen kuşların cıvıltısı kulaklarımda, işleyip duran beynim susmuyor, düşündükçe düşünüyorum. Bana öylesine sesini yükselttikten sonra odaya gelince radyoyu açmak bile gelmemişti içimden, mektup yazmak için ise gitmemişti elim mürekkep ve kaleme. Öylece oturuyordum, işin en can sıkıcı noktası ise söylediklerine hak veriyor oluşumdu.

Odanın kapısı iki kez art arda tıklatıldığında düşüncelerimden sıyrıldım ve bakışlarım hızla kapıya kaydı. Kışlada bu odaya girmeden önce kapıyı çalan tek bir kişi vardı. Bu düşünce kalbimi anında hızlandırmaya başlarken kapı aralandı. İçeri giren Soobin'in yüzünü gördüğümde ise muhtemelen kapı çaldığından beri tuttuğum nefesi sıkıntıyla geri verdim.

"Günaydın." Uzun boylu çocuk içeri girdiğinde boş bakışlarım üzerindeydi. Tepkisiz kalmama karşılık gülümseyen yüzü soldu ve söylendi. "Bugün Güneyli prensesin keyfi yerinde değil sanırım."

Odada ilerleyip yatağın başında durduğunda bakışlarımı ona çıkardım. Koyu renk saçları özenli duruyordu, üzerinde ise temiz bir kamuflaj üniforması vardı. Bu şekilde bile özenli ve güzel gözüküyordu. Benim aksime...

Üzerimde en sıkıcı tonlarda bej rengi çuvaldan hallice bir tişört, altımda ise dizlerime kadar gelen yine bol haki yeşili bir şort vardı. Sanırım özellikle bugün ilk geldiğim zaman edindiğim Kuzey nefreti bünyeme geri yükleniyordu. Bu kıyafetlerin içinde berbat hissediyordum. Ayrıca uzun zamandır vücuduma bu kadar bol gelen kıyafetler giydiğimi de hatırlamıyordum. Kendi ülkemde binbaşıydım sonuçta, yıllardır yapılı bir vücudum vardı. Yine de burada yetersiz beslendiğim ve üstüne antrenman yapamadığım için vücudum gücünü yitiriyor gibi hissediyordum.

"Ağzını bıçak açmıyor cidden, iyi misin sen? Alışık değiliz bu kadar suskun olmana."

Ne için burada olduğunu içten içe bildiğimi düşünüyordum, yine de sormak zorundaydım. Sabah o dolabın içinde saklanıp her şeyi duyduğumdan bihaberdi ne de olsa.

"Sabahın bu saatinde neden buradasın Soobin?"

"Ah, doğru." Buraya gelme amacı yeni aklına gelmiş gibi başıyla kapıyı işaret etti. "Binbaşı San bu sabah kışlaya geldi, şimdiyse seni çağırıyor."

Söylediği şeye istemsizce gülümsedim. Bilmiyor olabilirdi, ama içten içe öfke dolu bir gülümsemeydi bu. Yüzbaşı o diyene kadar odadan çıkmamamı söylemişti ve şu an Soobin'in buraya gelmesi kışlada huzursuzluk çıkarmak için bana verilen bir sebep olabilirmiş gibi hissediyordum.

"Değerli baş tacımız saygın Bay Yüzbaşı Lee Minho'ya ne oldu? Kendileri gelip söyleyemiyor sanırım. Odadan çıkma, ana binadan ayrılma, kimseyle konuşma diye sözde emir vermesi kolay ama."

Bu kadar tepki göstermeme bir anlam veremeyen Soobin şaşkınca göz kırpıştırarak beni izliyordu.

"Binbaşı San da teknik olarak Minho'nun üstü sayılıyor ve ben de onun emrini iletiyorum şu an. O yüzden..."

"Siktir et, kimseden emir almıyorum." Kollarımı göğsümde birleştirip bakışlarımı kaçırdım. Aptal binbaşı beni neden çağırıyordu ki sanki? Hiçbir sebep olmadığına emindim. Kışlanın asıl huzurunu kaçıran kendisiydi bir kere.

fatal flaws  ➵ ◛ °minsung √Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin