જ⁀➴
"Siktir ağlayacağım artık! Off..."
Adımlarım tekdüze bir hal alırken bir yandan hafifleyen yağmurda çamurun içinde bata çıka yürüyor, diğer yandan da kendi kendime homurdanıyordum.
"Her yerim çamur oldu! Kaç metredir yürüyorum ayrıca? Hayır kilometre oldu resmen! Giderken beni de götürseydin ne olurdu sanki Yüzbaşı... Yine dolabına saklanırdım ben. Şu halime bak, ıpıslağım. IYYY! Tanrım... Yardım et!"
Ağlamaklı bir sesle sitem ederken karanlık gecede ormanın içinde yürümeye devam ederken zaman kavramımı yitirmiştim ve adeta çıldırmak üzereydim. Hatırladığım kadarıyla yürümeye devam edip hafızama güvenmeye çalışıyordum ama yaklaşık bir saattir yürüyor olmama rağmen görünürde ne bir köy vardı ne de ormandaki sık ağaçlar azalıyordu...
"Gerçekten çıldıracağım... Hayır, az kaldı çıld- AY!"
Gördüğüm şeyle çığlık attığım anda önümdeki taşı fark etmeyip üstüne bir de yere yapışmam bir olmuştu. Üstüm başım yeterince ıslak değilmiş gibi bir de çamur olduğunda küfürlerimin hepsini içimden peş peşe sıralıyordum.
Adeta donup kalmış olmamın asıl sebebi ise tam olarak birkaç metre ileride benimle bakışan upuzun bir yılandı.
"Tanrım... Gerçek olamaz..."
Dudaklarımın arasından bir fısıltı kaçarken yılan bir saniye olsun bakışlarını benden ayırmıyor, dilini çıkarıp tıslarken boynunu havaya kaldırıyordu.
Yutkundum...
Arkadaş olabilir miydik? Ölü taklidi mi yapmalıydım? Yoksa koşarak kaçsam işe yarar mıydı?
Sanırım üçüncüsü hariç diğer seçenekler işe yarayabilirdi. Benim uygulayacağım taktik ise tam olarak üçüncüsüydü...
Acıyan dizlerime ve kollarıma aldırış etmeden yavaşça doğruldum ve ayağa kalktım. Hareketlerimin ultra yavaş olmasına dikkat ederken karanlık gecede bakışlarım yılandan ayrılmıyordu.
Birkaç saniye öncesine kadar titriyor olsam da şu an deli gibi terlemeye başladığımı hissediyordum. Bu zamana kadar beni ölümle tehdit eden kimseden korkmamıştım. Yine de bu kişi kahverengi-yeşil renkte parlak pullarla kaplı bir deriye sahip, tıslayıp duran upuzun korkunç bir sürüngense işler biraz değişebilirdi.
"Tamam... Sakin ol. Benimle bir işin yok, gidiyorum."
Ellerimi teslim olur gibi kaldırdığımda yılan bir kez daha dilini çıkarıp tıslamıştı.
"Beni yiyemezsin zaten... Çok saçma, değil mi? Isırma sakın. Uslu ol... Aynen böyl- SİKTİR!"
Arkaya doğru bir adım attığım sırada yılan bulunduğum yöne doğru ilerlemeye karar verdiğinde korku dolu bir çığlık basıp arkama bile bakmadan deli gibi koşmaya başladım. Ben kaçarken yılanın beni başından beri önemsiyor oluşu ise şüpheliydi.
Kan ter içinde bütün gücümle koşarken yılanın beni takip ettiğini düşünmüyordum. Yine de bütün isteğim bir an önce bu lanet ormandan kurtulmaktı. Binbir türlü böcek bir yana dursun yağmurdan sonra çıkan yılanları çoktan utunmuş gibiydim. Korku ve adrenalin bütün vücudumu sararken hızla koşmaya devam ediyordum.
Ormandaki ağaçların yavaş yavaş azalmakta olduğunu fark ettiğimde koşan adımlarımı yavaşlattım ve etrafıma bakındım.
"Ha!"
Nihayet... Hızlı soluklarımın arasından güldüğümde bu yolun tanıdık olduğunu biliyordum.
Ayakkabılarımın çamurlu olmasından sonra kıyafetlerime de yer yer çamur bulaşmıştı. Eşofmanımın dizi yırtılmış ve ellerimi küçük taş parçaları yaralamıştı. Saçlarım ıpıslaktı ve gerçekten berbat haldeydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fatal flaws ➵ ◛ °minsung √
FanfictionKuzey Koreli Yüzbaşı Lee Minho ve esir düşen güneyli asker Han Jisung [TAMAMLANDI.] "Seni sevmeye yetebilir mi benliğimden geriye kalan bir avuç cesaret kırıntısı? Tatmin eder mi kaderi, aşkın esiri olmuş gururdan yoksun bizlere acıması için?" Bulut...