Jimin'in gözlerinden birkaç damla yaş aktı, annesinin ölümünden sonra ilk defa onu ziyarete geliyordu. Uzun süredir cesaretini toplayıp gelememişti. Sanki hâlâ ölmemiş gibi hissettiğinden buraya gelmesi biraz fazla zaman almıştı.
Annesinin fotoğrafıyla göz göze geldiğinde sertçe yutkundu, görüşü bulanık olduğundan elinin tersiyle gözlerini silip Jungkook'un elini sıktı.
"Anne bak bu Jungkook, seninle tanıştırmak istedim. Hep sorardın ya eskiden biri var mı biri var mı diye. Gerçi son zamanlarda beni de unuttuğun için sormuyordun"
Jungkook yanındaki bedene odaklanmıştı birkaç ay önce götürdüğü ruh onun annesiydi. İlk defa ölen ruhun yakınlarının yaşadığı acıya şahit oluyordu. Ve bu acıyı yaşayanın Jimin olması daha da dokunmuştu ona.
Ne yapacağını bilemez hâlde olanları izlerken başı dönmeye başlamıştı, gözünün önünde büyük bir karaltı oluştuğunda artık dünyada fazla vaktinin kalmadığını hissediyordu.
Jimin sessizleştiğinden artık birkaç cümle etme sırası ona gelmişti. Kendini toparlarken saygıyla eğilip "Jimin'e sahip çıkacağım anne, gözün arkada kalmasın" dedi.
Minik bedenin içtenlikle ettiği duadan sonra oradan ayrılmışlar ve çalıştıkları restoranın yolunu tutmuşlardı. İçeriye girdiklerinde patron onları karşıladı. "Tam zamanında geldiniz çocuklar, hemen kıyafetlerinizi değiştirip servise başlayın"
Onu başarıyla onayladıktan sonra içeri geçiyorlardı ki adamın kalın sesiyle duraksadılar. "Jungkook sen bugün eve teslimat yap motor Joowon da ama yetişemiyor. Sen yürüme mesafesinde olanları götürürsün o da uzaktakileri"
Uzun olan onu tekrardan onayladığında üstünü değiştirmek için odaya adımlamaya başladılar. "Dışarısı biraz esiyor üstünü ince giyinme"
Minik bedenin düşünce dolu cümlesini duyduğunda siyah saçlı çocuğun gözlerinin içi bile gülmüştü, sevginin onu böyle birine dönüştüreceğini hiç tahmin etmezdi. Eskiden asık suratlı ve her şeyden şikayet eden bir kişiliği varken şimdi tek bir çıkarı olmadığı hâlde bu işte çalışıyor ve Jimin'in yanındayken hep gülümsüyordu.
Elindeki kıyafetleri bırakarak kollarını Jimin'in beline sarmıştı o da ince kollarını sevdiği çocuğun geniş sırtında birleştirip kokusunu içine hapsediyordu. Kısa bir süre sonra uzun olan kendini geri çekerken karşısındaki bedenin dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu.
"Sen de çok yorma kendini ben paket götürmediğimde sana yardım ederim"
Küçük bir gülümsemeyle başını sallayıp kollarını kendine çekmiş ve kıyafetlerini dolaba yerleştirmişti. Odadan çıktıklarında Jungkook birikmiş paketleri alıp teslimat için dükkandan ayrılırken Jimin de sipariş almak üzere masalara doğru adımladı.
Siyah saçlı çocuk yanında adımlayan bedene yüzünü döndüğünde gülümsemişti. "Naber hyung?"
"Her zamanki gibi işte sen nasılsın"?
Buruk bir şekilde başını öne eğerek konuşmuştu "Pek iyi değil, çok yoruldum"
Namjoon onu yargılarcasına kaşlarını çatıp "Ve yorgun olmana rağmen eve dönmüyor musun?" diye sordu. Uzun bir süre cevap alamasa da Jungkook adımlarını durdurup Namjoon'a döndü.
"Hyung, ilerde buralarda olmazsam Jimin'e göz kulak olur musun?"
"Hayır gel ve kendin göz kulak ol Jimin'e. Hem küçük çocuk mu o? Neden sahip çıkılması gerekiyor anlamadım"
Adımlarını atmaya devam ederken "Bugün annesiyle tanıştırdı beni, birkaç ay önce kadının ruhunu odaya götürmüştüm. Tanrı'nın, beni çektiği acıları unutturmam için göndermiş olduğunu düşünüyor. Asıl bizi ayıracak olan o olmasına rağmen" dedi.
"İlk başta bu işe başlamamalıydın. Tanrı aşkına neyin eksikti söylesene? İstediğin her şeye sahiptin ama onlar bile, senin kendi ellerinle sonunu getirmene engel olamadı"
Jungkook derin bir nefes verip söylediklerine karşılık cevap verecekti ki karşısındaki varlığın hayatı boyunca aşk kavramından uzak, insani duygular barındırmadan yaşadığı aklına geldi. Kendisi neden bu duygularla savaşıyordu bilmiyordu. Bu bir ödül müydü yoksa ceza mı bunu bile ayırt edemiyordu.
"Son birkaç aydır hayatım anlam kazandığı için hiç pişman değilim hyung" diye karşılık verirken adımlarını hızlandırıp onu geride bıraktı. Namjoon onun arkasından, duymayacak olsa da pişman olmamasını dilemişti.
Siyah saçlı çocuk paketleri dağıttıktan sonra dükkana tekrar döndüğünde az önceki kalabalık tamamen dağılmıştı. Jimin masadalarda ki bulaşıkları toparlıyor bir yandan da topladığı masayı siliyordu. Jungkook onu birkaç saniye izlerken gülümsemesini gizleyemedi.
Minik bedenin elindeki tabakları alırken konuştu "Çok yorulmuşa benzemiyorsun"
Karşısındaki beden geniş bir gülümseme sunup "Yorulmadım zaten" demişti.
Konuşmalarını bölen şey patronun gelişiydi, elindeki zarflarla yanlarına yaklaştığında Jimin elindeki bezi masaya bırakarak ellerini belinde bağlı olan havluya sildi.
"Elinize sağlık çocuklar sıkı çalıştınız, işler bitince çıkabilirsiniz"
Uzatılan zarfları alırken eğilmiş ve teşekkür etmişti. Patron giderken yorgunlukla nefes verdi. "Hani yorulmamıştın?"
Uzun boylu çocuğun sorusuna karşılık göz devirirken "Rahatlama nefesiydi o bir kere" diye karşılık verdi.
Jungkook gülümserken bu konuyu uzatmadan tabakları mutfağa götürüp önlüğü takarken Jimin de yanında belirmişti. "Birlikte yıkayalım da çabucak bitsin sonra eve gidelim"
Jungkook sinsice "Evimize gidelim diyecektin galiba" demişti. Jimin'in gözleri sonuna kadar açılırken karşısındaki bedenin koluna utanarak vurdu.
Siyah saçlı çocuk işe çoktan bulaşıklara koyulmuş birkaç tabağı köpüklemişti bile. Jimin de vakit kaybetmeden kollarını sıvayıp köpüklü bulaşıkları duruladı.
Kısa bir süre içinde işleri bittiğinde dükkandan ayrılıp pekte kalabalık olmayan sokakta yürümeye başlamışlardı. Jungkook Jimin'in sevimli sesiyle başını ona doğru çevirdi.
"Hiç hayalin var mı?"
Biraz düşünür gibi yapmıştı ama cevabı zaten belliydi. "Deniz gören tek katlı bir evde ömrümün sonuna kadar seninle yaşamak isterdim"
Yanındaki beden elini kavrarken "Aslında ben, deniz gören tek katlı bir evimiz olmasa da ömrümün sonuna kadar seninle kalmayı isterdim Jungkook-ah" demişti. Ona bakarken gözlerinden çıkan ışıltılar bir yıldızınki kadar güçlüydü. Hatta Jungkook'u bu kadar sevebiliyor oluşu bazı zamanlar kendisini de hayrete düşürüyordu. Kendi kendine gülümserken sevdiği çocuğun sesiyle kendine geldi "Ne düşünüyorsun da seni bu kadar gülümsetti?"
"Seni yıldızlar kadar çok seviyorum Jungkook-ah"
Dizinde yatan bedenin saçlarını parmaklarının ucunda gezdirirken huzurla fısıldadı. "Seni yıldızlar kadar çok seviyorum Jungkook-ah"
Bu yerde, iki erkeğin birbirine karşı duyguları olduğu öğrenilirse ikisinin de bedeni ertesi günün sabahı ibret-i âlem için meydanda sallandırılırdı. Bu yüzden gecenin bu vaktinde ıssız bir tepede günlerdir birbirlerine duydukları özlemi gidermek için bir araya gelmişler, gökyüzündeki sayısız yıldızı izliyorlardı.
Başını nazikçe kaldırıp yüzünü Jungkook'a doğru yaklaştırırken utangaç bir tavırla gözlerine baktı. Duymak istediği şeyleri dinlerken sevdiği adamın yüz ifalerini görmek istiyordu. Ama Jungkook karşısındaki bedenin karanlığın ortasında ay ve yıldızlardan aldığı ışıkta parlayan sarı saçları ve siyah gözlerine dalıp gitmekle meşguldü. Sersemlemiş gibi iri gözlerindeki bakışları küçülmüş bu kısa anın hiç bitmemesini ummuştu.
Süslü kelimelerin arkasına saklanmaktansa daha içten olacağını düşündüğü öpücüğü vermek adına aralarındaki mesafeyi kapattı.
Dudaklarına kondurduğu küçük öpücükten hemen sonra sadece onun duyabileceği bir şekilde konuşmuştu."Bir hayatım daha olsa şimdi olduğu gibi o hayatımı da seni sevmeye adardım Jimin..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Basorexia [Jikook]
FanfictionKapısının önündeki çiçekleri eline alırken gözü üstündeki nota çarpmıştı "Gardenya çiçeğinin bir diğer adı da beni unutma çiçeğidir sevgilim" The story of Jikook.