15. Bölüm

1.3K 63 1
                                    

Yazım Tarihi 29 Ocak 9 Şubat 2022

---

Günümüz, Armağan


Uyuşuk bir halde gözlerimi açtım. Baler ve Roman’ın arasında duruyordum.

Büyük ihtimalle çıplakken üşümeyim diye beni aralarına almıştı. Yoksa hamilelik yüzünden elimi kolumu salladığımdan kenarda yatmak istiyordum.

Yaptıkları işe yaramıştı. Gece boyu hiç üşümemiş aksine sıcaklamıştım.

İkisinin de anlaşmış gibi karnımda duran ellerini ittirip ayağa kalktım.

Üstüm temizdi, ben uyuduktan sonra beni ve ortalığı temizlemişlerdi.

Yavaş yavaş dolaba yöneldim tişört almak için. Boy aynasının karşısında durmuştum.

Aylar içerisinde ruhum ve vücudum dahil olmak üzere pek çok şey değişmişti.

Karnım artık gözle seçilir bir şekildeydi.

Elimi karnıma attım. Bu bebeği kaybetmekten gerçekten korkuyordum. Şu hayata olmaz dediğim her şey başıma geliyordu çünkü.

Sevgilim beni terk etmez demiştim, terk etmişti.

Bebeğim gitmez demiştim, gitmişti.


Yüzümü buruşturarak dolabın kapağını açtım. Böyle tatsız düşüncelerle kendimi üzmeyecektim. Bu bebeği sağlıklı bir şekilde doğurup, aşık olduğum iki adamla beraber büyüyecektim. Daha sonrasında işe girecek, çalışacaktım. Belki bebek olduğundan daha büyük bir eve çıkardık. Bebek büyüdükten sonra ikinci bir çocuk bile yapabilirdik. Bu seferki belki erkek olurdu.

Düşüncelerimin güzelliğiyle gülümsedim. Olabilirdi.

Aldığım tişörtü giydim ve uyuyan ikilinin yanına döndüm.

İkilinin ortasına girip uyanmaları için seslenmiştim. Roman anında uyanıp beni kollarının arasına alırken Baler uyanmaya çalışmaya çalışıyordu.

O uyanana kadar Roman beni öpücüklere boğmuştu. Şap şup çıkan seslerden Baler de en sonunda uyanınca Roman’ın yanından kendi kucağına almıştı beni. Hepimiz gülerken ayağa kalktık.

Roman ellerini birbirine vurup Baler’in kucağında duran bana ve Baler’e baktı.

“Evet, ne yemek istersiniz?”

Baler, “Dışarıda mi yesek?” dedi.

Roman hemen gülümseyerek “Mükemmel fikir. Bildiğim çok iyi bir kahvaltıcı var, oraya gidelim.”

Hepimiz bu fikri kabul ederek üstümüzü giyinme işine geçtik.

Üstüme siyah kapüşonlu ve klasik olarak tayt giymiştim. Baler düz siyah kısa kollunun üstüne beyaz bir gömlek ve gri kot, Roman ise vazgeçilmezi olan siyah dar gömlek ve pantolonunu giymişti.

Ayakkabılarımızı giydikten sonra arabaya binmiştik.

--

Her şey çabuk geçmişti. Yemeğimizi yemiş, bol çaylı bir sohbetin ardından kafeden ayrılmıştık.

Yavaş yavaş arabaya yürürken bir anda duraksamıştım. İkili de benim bir adım önümde durup bana bakmıştı.

Kulağımda ikisinin sesi çınlıyordu.

Karnımdaki sancıyla elimi oraya götürdüm.

Çok acıyordu.

Önce elimi attığım karnıma baktım. Sonra da elime. Kan yoktu ama bacaklarımın arasından bir şey aktığını hissediyordum.

Bakışlarımı ikiliye çevirdim.

Her şey saniyeler içinde olmuştu, benim acıdan yere yığılmam ve Roman’ın beni tutması, Baler’in ambulansı araması...

Bilincimi kaybetmem çok uzun sürmemişti.

Daha beş dakika öncesine kadar çok mutluydum. İkisi ile beraberdim, bu sabahın gecesinde birbirilerimize olan sevgimizi fiziksel hale dökmüştük. İkisi elleri ile en sevdiğim yemeklerle beni beslemişlerdi. Sürekli mutlu olacağımıza dair söz vermiştik.

Şimdi ne olacaktı? Küçücük kızımızı kayıp mı edecektik?

Bebeğimle birlikte bende mi ölecektim?

Ya bebek ölür de  ben yaşarsam, o zaman beni suçlarlar mıydı?

Ölmesini istemiyordum, ölmek istemiyordum...

--

İlahi bakış açısı

İkili, nasıl hastaneye vardıklarını anlamamışlardı. Armağan’ın yere devrildiğini gördüklerinde devreler kopmuştu.

Panikle ambulansı aramış buraya gelmişlerdi.

Ameliyathanenin kapısının önünde çökmüş, bekliyorlardı.

Doktorları hiçbir şey demeden ameliyathaneye  koşarak girdi. Soru soracak fırsatı bulamamışlardı.

Armağan’ın içeride olmasından beridir çıt çıkmıyordu.

Sanki... Bu süre zarfında konuşurlarsa ona ihanet edecek gibi hissettiler. Ne kadar şu an birbirlerine destek olmalarını gerektiğinin farkından olmasalar da yaşadıkları korku ve acı bunu görmelerini engelliyordu.

Hem bebekleri hem de Armağan için duruyorlardı orada.

Bebekleri sayesinde Armağan hayatlarına girmişti, beraber güzel vakit geçirmişlerdi. Bebeklerinin bu anlamda ikisindeki yeri büyüktü.

Armağan... Biricik küçükleri. Henüz ilişkileri çok yeni olmuş olmalarına rağmen, sanki yıllardır berabermiş gibi hareket etmişler, onu hiç yadırgamamışlardı.

İkisi de Armağan’a ne kadar bağlandıklarını, burada beklerken anlamışlardı. Ona bir şey olsa yaşayamazdılar.

Baler durumun biraz daha farkında gibiydi. Aslında Armağan ilk düştüğü andan itibaren bebeğe bir şey olacağını hissetmişti. Yaptığı tek şey yanılmış olmayı ummaktı.

Armağan’ın bebek konusunda hassas olduğunu önceki yaşadıklarından biliyordu. Korkusu bebeğe bir şey olursa onu nasıl toparlayacaklaraydı.

Roman kendini geriye çekerdi. Önce kendi içinde halleder sonra dışarı vururdu. Bununla alakalı şu zamana kadar bir sıkıntı yaşamamıştı ama Armağan bu dönemde hassas olacaktı. Bebeğe bir şey olmamış olsa bile kendini suçlayacağından emindi Baler.

İkisinin desteğine çok ihtiyaç vardı.

Roman’ın tarafında işler daha karışıktı. Armağan’a bir şey olacak düşüncesi kafasını bir yerlere vurma isteği uyandırıyordu. Sakin kalabilmesinin sebebini henüz çözememişti.

Belki bir şey olmayacağına  olan inancıydı.


--

Esen rüzgarla gözlerimi açmaya zorladım. Üşümüştüm.

Açtığımda çimenlerin üstünde gökyüzüne bakıyordum. Bulutsuz gökyüzü görüntüsünün çevresini uzun ağaçlar süslüyordu.

Ayağa kalktım. Anında üstümdeki bembeyaz salaş elbiseyi fark etmiştim. Çok hoştu.

Elim elbisede etrafa bakınmaya başladım. Bir ormanın ortasında gibi görünüyordum.

Burası neresiydi? Ve neden buradaydım?

Başımın ağrımasıyla düşünmeye son verip yürümeye başladım. Çıplak ayaklarımı çimenler gıdıklıyordu.

Hafif bir gülümsemeyle devam ettim.

Uzun bir yürüyüşün ardından küçük bir kızın sesini duymuştum.

“Anne! Anne! Neredesin? Burada olmaman gerekiyordu. Gitmen gerekiyor.”

Merakım baskın geldiğinden sesin olduğu yere doğru koşmaya başladım.

Karşımda küçük bir kız duruyordu. 4-5 yaşlarında, kırmızı kadife bir elbise giyen, kıvırcık uzun toplu saçlı bir kızdı.

Beni gördüğünde koşarak yanıma yanım elimi tuttu.

“Burada mıydın anneciğim. Gitmen gerekiyor.”

“Sen kimsin?” Diye sormuştum. Çok tanıdıktı ama bir o kadar da yabancı.

Küçücük kaşlarını çatarak dudaklarını büzdü.

“Beni tanımıyor musun anne? Kızınım ben senin.”

Bir an olan olaylar gözümün önünden film şeridi gibi geçmişti. Nasıl hamile kaldığım, neler yaşadığım ve kızımı nasıl kaybedeceğim.

“Artık gitmen gerekiyor anne. Hadi yol orası.” Derken küçük bir yolu işaret etmişti.

“Sen neden benimle gelmiyorsun? Sende gel.”

“Ben zaten size gelmeye çalıştığım için gelemiyorum. Birisi eğer bekleseydim gelebileceğimi söylemişti ama ben çok sabırsızlandım anneciğim. Bu yüzden yanınıza gelmeye çalıştım ve sana zarar verdim. Özür dilerim anneciğim. Beni affeder misin?”

Onu kaybettiğimi anlamıştım. Gözlerimden yaşlar durmaksızın akarken onun boyuna gelebilmek için eğildim.

Ellerimi yumuşacık yanaklarının üstüne yerleştirdikten sonra alnına minicik bir öpücük koymuştum.

“Ben sana hiç kızar mıyım güzel kızım?” demiştim ağlamalarımın arasından.

“Yani küs değil miyiz?”

“Değiliz tabi ki.”

Kocaman gülümseyerek “O zaman oradan gidip babalarımın yanına git olur mu? Onlar çok korktu senin için. Ve sakın kendini suçlama, ben burada çok mutluyum. Artık kardeşimin yanına gitmem gerekiyor. ” Demiş ve geriye çekilmişti. (Sondaki kardeş, Armağan’ın Burak’tan olan ama düşürdüğü çocuk.)

Koşarak uzaklaşırken el sallamıştı bana.

Onu da kaybettiğimin farkına vararak yolu yürümeye başlamıştım.

Belki de çocuk sahibi olmamalıydım.

--

3 Saat Sonra, İlahi bakış açısı...

Sonunda ameliyathanenin kapısı açılmıştı. Roman ve Baler anında ayağa kalkıp çıkan doktorun yanına gitmişti.

Sakinliğini korumaya çalışan Baler “Durumu nasıl!” diye sordu. 

“Başınız sağ olsun. Bebeği kaybettik. Lakin annenin durumu iyiye gidiyor. Normal odaya birazdan alınır. Geçmiş olsun.”

Şok geçiriyorlardı. 4 aydır baktıkları bebek ölmüştü.

Baler kendini kaybetmemek için tavana bakarken Roman salmıştı kendi.  Sinir krizi geçirdiğini belli edercesine duvarları yumrukluyor, boğazından ağır hırıltılılar çıkıyordu. En sonunda bir hemşire gelip sakinleştirici yapmıştı.

O başka bir odaya taşınırken ameliyathanenin kapısından sedyenin üstünde Armağan geliyordu.

Baler korkarak diğer sevdiğine baktı. Yüzü solmuştu. Karnı dümdüzdü. Bilmeseler de en büyük yıkımı Armağan yaşayacaktı. Bu kaybettiği ikinci bebek oluyordu.

--

Halen Armağan’ın uyanmasını bekliyorlardı.

Roman sonunda sakinleşip ikilinin yanına gelmişti. Biri pencerenin orada, biri de koltuğun orada sessizce duruyordu.

Duydukları iniltiyle ikisinin bakışı Armağan’a dönmüştü.

Armağan duruşunu bozmadan tavana bakıyordu.

“O... Gitti, değil mi?”

Baler direkt onu sakinleştirmeye çalıştı.

“Bak Armağan senin suçu-“

“O kaybettiğim ikinci bebekti.” Diyerek lafını kesmişti Baler’in. Sonrasında sözlerine devam etti.

“19 yaşındayken biriyle sevgiliydim. Ondan hamile kaldım ama kötü giden ilişkimiz dolayısıyla düşük yaptım. Beni suçladı. Haklıydı da. Sonrasında belki iyi hissederim diye taşıyıcı anneliğe başvurmuştum. En azından başkasının çocuğunu taşıyabilirdim. İlki güzeldi. İkincisini istedim. Bebeğim olduğunu tamamen kabul ettiğimde bu çocuğu da kaybettim. Benim suçumdu. Özür dilerim ikinizden de ona bakamadım.”

İkili bu geçmişten dolayı ne yapacaklarını şaşırmıştılar. Tek bildikleri şey sevdikleri insanı asla yalnız bırakmayacaklarıydı. 

Bunu beraber atlatacaklardı.







 



Taşıyıcı Baba | bxbxb | Mpreg Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin