14.BÖLÜM

586 29 10
                                    

Gözlerimi zorlukla aralamaya çalıştığımda sanki bu çok zor bir şeymiş gibi oldukça zorlanmıştım, yerdeki bedenimi hareket ettirmek istediğimde engel olamadığım ufak bir inleme kaçtı ağzımdan, gözlerimi tepede ki ufak pencereye dikerek baktım; tam 3 gün olmuştu.

3 gündür buradaydım ama kimse gelmiyordu, beni bulamıyorlardı. Belki de beni bulamayacaklarını söylerken haklıydılar, biliyordum beni bulmak için uğraşıyorlardı ama başaramıyorlardı.

Acaba ne haldeydiler?
Bade mahvolmuştur, bir kere bile olsa iyi olduğumu duyabildeydi keşke.
Peki ya Gökmen? O nasıldı?

3 gündür hiçbir şey yememiştim, yemeği geçelim su bile vermemişlerdi ve artık bedenim oldukça halsiz düşmüştü, gözümü açık tutmakta dahi zorlanıyordum. 3 gündür aralıksız eziyet çekiyordum, boynumda ki yanık izinin acısı daha yeni yeni geçerken her gün bir yenisi ekleniyordu ağrılarıma.

Nefes alırken, hareket ederken kaburgalarım tenime gömülüyor gibiydi, üzerimde ki beyaz kazağın göğüs kısmı yüzüme aldığım darbelerden dolayı artık kırmızıydı, yüzüm ne halde bilmiyordum ama kurumuş kan lekeleri ve morluklarla dolu olduğunu anlamak zor değildi yani berbat bir haldeydim.

Adım sesleri duyarken gözlerimi sımsıkı kapattım, artık tek bir şeye dahi dayanma gücüm kalmamıştı. Demir kapı günlerdir olduğu gibi aynı gıcırtı ile açılırken aynı adamın rahatsız edici sesini duydum.
"Bugün kurtuluyorsun, bak kim geldi."

Duyduklarımın merakı ile gözlerimi açıp karşımda ki adama baktım, kapıya doğru dönecek gücüm yoktu. Ağır ağır gelen adım sesleri durduğunda gördüğüm ayakkabılar tam önümdeydi.
Başım ağırca yukarıya kalkarken oda önüme eğilerek işimi kolaylaştırmıştı, gördüğüm yüzle adeta başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü, sanki etraf bir dönme dolap gibi dönüyordu. Bu gerçek olamazdı, o olamazdı.

"Merhaba Güneş."

Zorlukla yutkunduğumda gözlerim hızla dolmuştu, şu an yaşadığım yıkım üç gündür yaşadığım şeylerden daha ağırdı. Çatlayan dudaklarımı zorlukla araladığımda ilk başta konuşamadım, kısık ve çatallaşmış sesimi derinlerden bulup çıkardığımda yaşadığım hayalkırıklığı ile cümle bile kuramıyordum.

"Sen?"

Onun da bakışları benim üzerimde ağırca gezindi; yüzümde, vücudumda, kan lekelerinde uzun uzun gezindi ve tekrar beni buldu.
"Biraz fazla hırpalamışlar seni umarım iyisindir?"

Gözyaşlarım yanaklarımdan dökülürken belki de karşısında oldukça güçsüz duruyordum ama şu an bu umrumda dahi değildi, tek umrumda olan şey bunu bize nasıl yaptığıydı.

"Sen... Nasıl yaptın bunu?"

"Konuşacağız bunu, seni kırmayacağım nasıl olsa eski bir dostuz değil mi? Önce Gökmen ile biraz oynayalım ondan sonra senin sorularını cevaplayalım. Ardından bam! Seni hak ettiğin sona gönderelim."

Ayağa kalkıp yandaki adama beni işaret ettiğinde devrilmiş sandalyemi düzelttiler, diğer bir sandalyeye de kendisi oturarak yanındaki adamdan telefonu aldı.

"Şimdi sevenleri kavuşturacağım, Gökmen'i arayacağım ve sen tek bir yanlış şey söylemeyeceksin anlaştık mı? Yoksa hastanede yatan arkadaşını bir dakika da öldürmek benim için hiçte zor olmayacak."

Söyledikleriyle kalbimde bir sızı hissederken yüzüne doğru haykırarak konuştum.
"Bade hastanede mi? Ne yaptın ona söyle ne yaptın!"

"Şşşt sakin ol, inan bana damarıma basman hiç iyi olmaz."

"Sen... Sen nasıl bir insansın? Nasıl yaparsın bunu! Biz sana ne yaptık Seçil!"

Ben ona bağırırken artık oda önceki kadar sakin değildi, zehirli kelimeleri ağzından tükürür gibi çıkıyordu.
"Siz bana ne yapabilirsiniz ki? Hepiniz zavallının tekisiniz!"

Gecenin HareleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin