32 • mutluluğu çorba yapıp, elimize çatal verdiler

245 28 7
                                    

bölüm 32 ; mutluluğu çorba yapıp, elimize çatal verdiler
çalıyor ; dedublüman, mavzer tabancas - belki

***

Tiyatro binasının yerinde tozdan bir bulut vardı. Koca bina yerle bir olmuştu. Nemeton yerin yedi kat altına gömülmüştü. Ama kulaklarımı çınlatan, göğsümü yakan, gücümü çekip alan sebep bu değildi. Lydia'yla birlikte nefesimizi tutmamızın sebebi bu değildi.

Sesim bir kapı gıcırtısı gibi çıkarken "Derek," dedim. "Derek içerdeydi."

Lydia beklemekle ilgili bir şeyler söyledi, beni tutmaya çalıştı. Ama benim gözlerim kalıntıları kaldırmaya, yaralanan öğrencileri çıkarmaya çalışan kalabalıktaydı. Dünya bana dar gelmeye başladığı sırada daha iyi görebilmek için öne ilerledim. Profesör Walt'ın bir öğrenciyle birlikte ağır bir duvar parçasını kaldırmasını izledim ve Profesör eğilip birini kolundan çekti. Derek'in kana boyanmış yüzü görüş açıma girdiğinde nefesimi titrekçe bıraktım.

Zaman sonsuz bir döngüde kendini tekrar etmeye başlarken kampüsteki o ilk gün birbirimize çarpmamızı, bana kızmasını, evine ilk gidişimi, hastalığını öğrenişimi, kurtadam olduğunu görünce yurtta saklanışımı, Derek'in beni görmeye gelişini, birlikte yediğimiz yemekleri, fiyaskoya dönüşen Noel tatilini, yılbaşındaki ayrılışımızı, ben komadayken nasıl çöktüğünü; güzel günleri, kötü günleri, kahkahaları, gözyaşlarını, teşekkürleri, özürleri, seni seviyorumları ve daha nicesini ağır çekimde izledim.

Chris Argent kalabalığın arasında bakışlarımı yakaladı. Ayağımın altındaki yer çatladı. Toz gözlerimi yaktı. Ben de dünyayı ateşe verdim.

Sarsıntı göğsümde başladı ve giderek şiddetlenerek omuzlarıma, kollarıma, bacaklarıma yayıldı. Parmak uçlarım zonklamaya başladı. Bu kadarı çok fazlaydı. Bütün bu olan bitenleri kabul edemezdim. Bugün her şey yolunda gidecek, biz de hayatımıza huzur içinde devam edebilecektik. Bu kabul edilemezdi. Karanlığa seslendim. O da geldi.

"Kabul edilemez," diye fısıldadım. Sesim birkaç farklı sesin yankısı gibi etrafa dağıldı. Bedenimi saran yoğun bir enerji hissettim. Ellerimi iki yana savurdum ve kalabalığı iki yana dağıttım. Yıkıntılara doğru yürürken görüşüm kırmızıya boyandı. Profesör Walt ve öğrencisi, Derek'i tutmaya devam ederken rengi atmış yüzlerle bana baktılar. Birkaç kaya parçasına bastım. Tepelerinde dikilirken gölgem üzerlerine düştü. Dizlerimin üstüne çöktüm. "Bırakın," dedim vahşi bir hayvanın hırlamasıyla.

Ben Derek'i kollarıma çekerken ikisi de telaşla geriye kaçtı. Bedeni kollarıma cansız bir şekilde yığılırken boğazımdan boğuk bir inleme döküldü. Canım öyle yanıyordu ki fiziksel acı hissediyordum. Yüzümü saçlarına gömerken burnuma kan kokusu doldu. "Derek," diye fısıldadım kulağına doğru, beni duyacağını umarak. "Bana bunu yapamazsın, lütfen uyan. Lütfen uyan. Bu kadarını kaldıracak kadar güçlü değilim."

Derek bana cevap vermedi. Kanla kaplı giysileri, toza bulanmış saçları ve gevşek yüz hatlarıyla kollarımda durmaya devam etti. Bir kükreme kampüsün uzak ucundan kulaklarıma dolarken öfke zihnimi bulanıklaştırdı. Derek'i yavaşça yere yatırdım. Saçlarını okşayıp ayağa kalkarken "Argent!" diye gürledim. Öğrenciler kaçışırken kulaklarını tutup yere çöktüler. Arkamı dönüp Gevaudan'ın yaklaşmakta olan siluetine baktım. Gözlerimi ondan ayırmadan zehirli bir sesle mırıldandım. "Bu iş bittiğinde sen bir ölü olacaksın, Argent. Sen ve bütün avcıların. Kahrolası kızınla birlikte cehenneme gideceksiniz."

Döküntülerin üstünden inip yavaşça Gevaudan'a doğru ilerledim. Hatırladığımdan daha iri, daha saldırgandı. Öldürdüğü alfalardan topladığı güç onu daha da tehlikeli yapmıştı.

faculty of those stuck in the past | sterek [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin