Bir Özlem

20 4 0
                                    


Herkes gülüp eğleniyordu o anda. Şakalar, anılar birbiri ardına anlatılıyordu. O eksikti, o duysa şu şakaya ne kadar gülerdi değil mi? Her anıda anlatılan mekanlar, kişiler, duygular, zamanlar sadece onu hatırlatmak için varmış gibiydi. Özlem içimde büyüyordu, insanın istediği zaman sarılamaması ne korkunçtu!

Aklımı ondan uzaklaştırmak için çıkmıştım dışarı, Asya her şey normalmiş gibi davranmamı bekliyor, beni neşeli tutmaya çalışıyordu. Evde sessiz otururken daha az ızdırap çekiyordum doğrusu...

Bir gün uyandım ve yoktu. Nerede olduğuna ya da niye gittiğine dair kimsenin bilgisi yoktu, Aslan dışında...

Onunla konuşmamızdan iki gün sonra aramıştı beni. Her telefon çalışında yüreğim ağzıma geliyordu. Her aramanın, her mesajın Tibet'ten olduğunu düşünüp heyecanlanıyordum. Telefonda Aslan'ın adını görmek de alışık olduğum bir şey değildi. Tibet'le ilgili olduğuna emindim. Yüreğim ağzımda telefonu açtım.

"Aslan?"

"Maya selam. Nasılsın?"

Kısa konuşma yapacak kadar sakin değildim.

"Aslan bir haber mi aldın?"

"Şey, evet. Ama sakin ol."

Damarlarımda akan kanın hızlandığını, kulaklarımın uğuldamaya başladığını hissediyordum. Sakinlikten epey uzaktım. Devam etti.

"Tibet şu an ailesinin yanında, İtalya'da. Hazır olduğunda sana ulaşacaktır. Şimdilik tek söyleyebileceğim bu."

Aslan'ı sonrasında ne kadar sorgulasam da daha fazlasını öğrenemedim. Ne olduğuna dair hiçbir fikrimin olmadığı, kâbus olması gereken bir gerçekliğin içindeydim.

Annem, radarlarını devreye alarak yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezmiş ve endişeli bir ses tonuyla bir gün sabah erkenden aramıştı.

"Maya, iyi misin?" diye başlamıştı konuşmaya. Sorusuyla beraber telefonda hıçkırıklara boğulmuştum. Ona ihtiyacım olduğunu nasıl anlamıştı? "Ahh, biliyordum bir şeyler olduğunu... Rüyamda... Neyse, ah Mayacığım, bir tanem, güzel kızım, ne oldu?"

Kendi sesim olduğuna inanamayacağım boğuk bir ses ve hıçkırıklar eşliğinde anneme, hakkında hiçbir şey bilmediğim süreci özetlemiştim.

"Anne, neden bu benim başıma geldi? Sence babam yüzünden mi? Yani devam eden bir döngü mü bu?"

"Bebeğim bunlar hiç de aynı şeyler değil ama... Eminim bir sebebi vardır bu durumun. Geçtiğimiz aylarda ne kadar mutlu olduğunuzu anlattığını hatırlıyorum. Bu şekilde biteceğini düşünmüyorum eminim bir açıklama alacaksındır er ya da geç. Lütfen kendine yüklenmeyi, sorgulamaları azalt. Şu anda yapabileceğin tek şey olanı olduğu gibi kabul etmek."

"Bir cevap alamadıkça daha çok takıntı haline getiriyorum, istediğim tek şey sebebini öğrenmek. Bitirmek için konuşmaya değer bile görmemişse neden hala onu özlüyorum? Ozan yanlış kişiydi, Tibet de mi öyleydi? Ben hep arızalıları mı çekiyorum kendime?"

"Bunlara birer deneyim olarak bakmalısın, çok klişe ama daha çok gençsin, hayatına doğru kişi girene kadar yanlış kişiler olması çok normal, herkes tek seferde doğruyu bulsaydı, eski sevgili ya da ayrılık diye bir şey olmazdı, değil mi? Bu da sevmenin bir parçası işte..."

"Başka bir yanlış daha istemiyorum hayatımda, sevmek sadece acı veriyor. Bunu istemiyorum artık."

"Şu an bu duygularla söylüyorsun bunları, gerçek düşüncelerin değil. Bu ruh halinden çıktığında fikrin değişecek, değişmek zorunda çünkü sağlıklı olan bu. Tüm duyguları yaşamamız ve tatmamız gerek hayatım. Tibet geri gelebilir, o zaman affetmek ya da affetmemek de sevgiye dahil, burada bitmiş olabilir, kaybetmek de sevgiye dahil, karnında kelebekler uçması da onu görünce otuz iki diş sırıtıp mutlu olmak da... İnişler ve çıkışlar hayatın boyunca olacak. Biriyle işler yürümeyince kalbini aşka kapatmak, kötü bir yemekten sonra bir daha yemek yememeye karar vermekten farksız olur."

Annem, o andaki ruh halimle algılayamayacağım ama içimde bir yerlerde hak verilen şeyler söylemeye devam etmişti. Onunla telefonu kapattığımızda hala çok üzgün olsam da bunları konuşabildiğim bir annem olduğu için şanslı olduğumu biliyordum.

Benim onu merak etmemin yanı sıra o hiç mi merak etmiyordu beni? Nasılım, ne yapıyorum, neredeyim... Özlemiyor muydu beni, benim onu özlediğim gibi? En azından başına kötü bir şey gelmediğini biliyordum. Ama bu artık tercih edilmiş bir uzaklıktı. O, benden uzak olmayı tercih etmişti, bana haber vermemeyi.

Yükseklerde uçarken güm diye yere çakılmıştım. Kalbim kırıktı, halim yoktu, hiçbir şey için isteğim ve harcayacak enerjim yoktu. Ağzımı açtığımda dışarı çıkacak kelimelerden korkuyordum, yemek yeme isteğim yoktu, sadece uyuyordum rüyamda onu görmek için. Gördüğümde uyanıyor, ağlıyor ve uyuyordum. Bu da bir çeşit işkenceydi kendime yaptığım. İnsanın müthiş doluluk hissinden sonra bomboş kalması, pek çoğunu delirtir. Delirmiş olmaktan korkuyordum.

Bir insan bir diğer insana nasıl bu kadar şiddetli ihtiyaç duyabilir diye sorguluyordum. Buna izin vermek, insanın aklını kaçırmasına izin vermek demekti. Tanrı neden aklımızı kaçırmamızı istiyordu ki?

Ona duyduğum özlemi anlatmaya yetecek bir kelime olsaydı eğer, başka tek bir kelime çıkmazdı ağzımdan. Özlem, boyumu aşıyordu. Gücüm yetmiyordu onsuzluğa dayanmaya. Beni tutması, bana sarılması için sahip olduğum her şeyi heba edebilirdim, öpmesinden bahsetmiyordum bile... Onun gülüşü, onun huzuru, onun her şeyi olduğumu bilmek için kaç hayat daha yaşamaya ihtiyacım olacaktı, kaç hayatta daha onu bulmak ve belki de kaybetmekle sınanacaktım?

Onsuzluğun beni mahvetmesine göz yumuyordum. Ozan'la yaşananlardan çok daha farklıydı bu. Her şey mükemmeldi. O, benim için en mükemmeliydi. Bu kadar kısa ömürlü olmamızın nedeni ben miydim? Hissettiklerimi o hissetmemiş miydi? Söyledikleri, yaşadıklarımız gerçek değil miydi? Onu, sadece zihnimde yaratmış olabilir miydim?

Son sınıfın başlamasına sadece dört gün kalmış, geçtiğimiz on gün hayatımda koca bir kara delik yaratmıştı. Akıp giden tek şey zaman değildi, beraberinde umutlarımı da sevgimi de hayallerimi de götürüyordu. Tek istediğim ondan bir haber alabilmek olmasına rağmen bittiğinin de farkındaydım. Artık yoktu.

Bir Adım DahaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin