Yanan ateşin çıtırtıları dışında etrafta pek bir ses yoktu. Gözlerimi kapatmış, kaldığım bungalovun önündeki sallanan sandalyelerden birinde öylece oturuyordum.
Doğayla iç içe bir yerdeydim. Bungalovların arka tarafı alabildiğine geniş bir orman, ön kısmı ise açık bir yeşillik alandan oluşuyordu. Gündüz saatlerinde maviliği ile göz dolduran uzaktaki göl, ayın parlamadığı şu dakikalarda karanlığa gömüldüğü için seçilmiyordu. Kulağa tam korku filmi çekmelik bir sahne gibi gelse de yanan ateş korkumu azaltıyor, diğer bungalovlarda kalan insanları ve ışıkları gördükçe güvende hissediyordum.
İnsanın arada kafa dinlemeye, bir nevi inzivaya çekilmeye ihtiyacı oluyor. Yok olmak, görülmemek, bilinmemek, bu sırada da bir adım geri çekilip hayatının gidişatını geniş bir açıdan izleme ihtiyacı... Ozan'ın yurtdışından dönmesi ve yaşananları tekrar hatırlatması uzaklaşma ihtiyacımı en çok tetikleyen şeydi. Oysaki şu anda her düşüncenin başında ya da sonunda henüz birbirimizi çok tanımamamıza rağmen düşüncelerimi ziyaret eden kişi Tibet'ti. Gözlerimi kapatıp ateşi dinliyordum ve aklımın ortasında beliriyordu. Gözlerimi tekrar açıp, başımı, onu aklımdan atmak ister gibi silkelediğimde bu defa dudaklarımda ince bir sızı beliriyor, istemsizce dokunuyordum. Kalkıp biraz yürüdüğümde aklıma partiden çıkıp eve yürüdüğümüz anlar geliyordu. "Yıldızları izleyeceğimiz bir yer biliyorum," demeden hemen önce içimde oluşan öpme isteğini hatırlıyordum. Ah... Nereden çıktı bu çocuk?
Mutfakta yaşadığımız o minik andan sonra ben hızlıca eşyalarımı alıp ufak bir el sallamayla evden ayrılmıştım. Kalbim ağzımdan fırlayacak gibi hissediyordum. Ellerim titriyor, gözlerim birlikte hareket etmiyor, koordinasyon sağlayamıyordu. Merdivenlerden asansörün olduğu kata inerken düşmemek için çok çaba harcadım. Asansörün yukarı gelmesi resmen yüzyıl sürdü ve bu sırada Tibet arkamdan gelmesin diye çok dua ettim. Binadan çıkarken telefonumda bir titreşim oluştu.
"Döndüğünde anlatman için hala sabırsızlanıyorum."
Ah...
İçimde bir şeylerin yağ gibi aktığını hissettim.
Yurda gidip Asya ile karşılaşmadan ya da en azından karşılaşsak bile gece olanlar hakkında konuşmadan yola çıkabileyim istiyordum. Aklım tam olarak yerinde değildi ve seyahate kafamı dinlemek için çıkacakken tam da öncesinde drama yaşamak istemiyordum. Ozan'ın bir kızı rahatsız etmiş olması ya da Aslan'la kavga etmiş olmaları benim problemim değildi artık ve Asya'nın bana kızmakta haklı olduğu tek şey, onu habersiz bırakmış olmam olabilirdi.
Odaya girdiğimde Asya orada değildi ama istihbaratı sağlam olmalıydı ki çok geçmeden odada belirdi. Bir eli belinde, diğer elini bana doğru sallayarak konuşmaya başladı. Bakışlarından alev çıkarabilen bir süper gücü olsaydı saniyesinde küle dönmüş olurdum.
"Neredesin sen Maya? Neden ulaşamıyorum sana? Hem de böyle olaylı bir gecede!"
Ozan ve Aslan'ın kavgası başladığı sırada Erdem ve Asya birliktelermiş. Asya hala halsiz olduğu için gece Erdem'de kalacakmış ama Erdem hızlıca evden çıkmış, Asya da ne olduğunu öğrenmek için önce beni aramış ve ulaşamayınca partide olduğunu bildiği başka bir arkadaşını aramış. Bir kız yüzünden kavga çıktığını duyunca olayın detayını öğrenene kadar benim yüzümden olduğunu düşünmüş ve benim ne durumda olduğumu çok merak edip endişelenmiş. Erdem ancak hastaneye gidip ortam durulunca Asya'yla tekrar konuşabilmiş ve o zamana kadar Asya tahmin edileceği üzere çıldırmış. Beni merak ettiği için ona hak versem de bu konuların benim canımı sıkmasını hiç istemediğimi söyledim. Onun dikkatini ve bana olan kızgınlığını dağıtacak en güzel bombayı ise kucağına koyup odadan çıktım; "Geceyi Tibet'in evinde geçirdim."
Bu bilgiyi sindirmesi birkaç dakika almış olmalı ki ben merdivenlere vardığımda tek yapabildiği şey arkamdan heyecanla bağırmaktı; "Böyle kaçabileceğini sanma, buraya dönecek ve tüm detayları nasılsa anlatacaksın!"
İşte artık buradaydım. İki gecemin birini geçirmiş, diğerinin de adım adım beni sarmasını izliyordum. Düzenli aralıklarla aklıma gelen Tibet'le döndüğümde ne yapacağım konusuna dair bir fikrim yoktu. Partiyi, geceyi, ertesi günü kafamda çevirip bir film gibi tekrar tekrar izliyordum. İlk birkaç gösterimde heyecandan fark etmesem de sonrakilerde eve gelen kişinin kim olduğunu öğrenemediğimi fark etmiştim. Konuşmanın hararetinden mi yanıtlamamıştı yoksa anlatmak istemediğinden mi, emin değildim. Yıldızlar, gece, kahvaltı ve son an... Kısa bir zaman dilimine kendimi hapsetmiş ve zihnime mutluluk hormonlarını akıtıyordum. Ama bir yandan bu tehlikeliydi de. Büyütüyordum çünkü içimde. Yapılacak en iyi şey sakin kalmak, üzerine çok konuşmamak ve zamana bırakmaktı. Bir anda telefonuma bir mesaj geldi, mesajda bir fotoğraf vardı. İçinde teleskobun da yer aldığı ve açık gökyüzünde tek tük yıldızların seçildiği bir görüntü... Fotoğrafın altında ise iki satırlık bir metin;
"Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım"
Yüreğimin eriyip toprak anaya karıştığını iddia edebilirdim ancak kanıtlayamazdım. Tam da sakin kalmaktan bahsediyordum, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Adım Daha
Romance~ Ondan duyduklarım, vicdanım ve kendime verdiğim değer arasında ikileme düşmeme neden olmuştu. Bir çırpıda anlatılacak kadar kolay değildi yaşadıkları. Tane tane konuşmuş, zaman zaman gözleri dolmuş, bakışlarını kaçırmıştı. Artık bir etkisinin olma...