Bir İtiraf

25 3 0
                                    


Asya'nın odamızdan ayrılmasının ardından çok geçmeden telefonum titremeye başladı. Arayan Tibet'ti. Telefonu açıp açmama konusunda emin değildim. Beklediğim bana ulaşmasıydı ama diğer yandan da ne diyeceğimi bilmiyordum. Derin bir nefes alıp verdim, birkaç çalıştan sonra tam telefonu açacakken arama kesildi. Kulağımda onun sesi yerine bir boşluk oluşmuştu. Şimdi iki seçeneğim vardı, ya aramasına geri dönecektim ya da hiç görmemiş gibi yapacaktım.

Asya'nın dedikleri geldi aklıma, "Biraz da sen adım atmayı deneyebilirsin." Yine ilk adımı ben atmamıştım ve atılan adıma karşılık verme konusunda da emin değildim. Gece boyu kalbimin ne kadar hızlı çarptığını, nasıl nefesimin kesildiğini hatırlattım kendime. Bir adımı hak eden bir gece geçirmiştik. Söyleyeceklerini merak ediyordum. O kızın kim olduğunu merak ediyordum. Telefonumda görünen adına baktım. Tek tuşla cevaplara ulaşabilirdim, bu kadar basitti. Hem çok sorgulayıcı olmak istemiyor hem de yanımdan ayrılmış olmasına içerliyordum. Trip miydi yaptığım? Boş yere uzatıyorum gibi gelmeye başlamıştı. Bulunduğum yerde kafamın içinde konuşurken bir mesaj geldi;

"Aşağıdayım."

Hızlıca kalkıp pencereden baktım. Bulunduğum açıdan bakınca görünürde kimse yoktu. Aramanın üzerinden yalnızca birkaç dakika geçmişti. Tüm süre boyunca burada mıydı? Ben bir adım atamadan karşı taraftan iki adım gelmişti bile. Daha fazla uzatmanın alemi yoktu. Aynadaki yansımama baktım, henüz üzerimi değiştirmemiştim, fena görünmüyordum. Sakin olmaya çalışarak odadan çıktım. Merdivenlerden inerken ilk gün onu gördüğüm pencereden yine silüetini gördüm. Bir eli cebindeydi, diğer elinde tuttuğu telefonuna bakıyor, dirseğiyle duvardan destek alıyordu.

Kapıdan çıktığım sırada başını kaldırıp beni gördü. Telefonunu cebine koydu, hiç yer değiştirmedi. Benim yanına gitmemi bekledi. Aramızdaki on adımlık mesafe dakikalarca sürmüş gibi geliyordu bana. Üst üste iki adım attırırsan sonunda böyle on adım atman gerekir işte bak, dedi içimdeki ses. Yürü bakalım şimdi.

Beni gördüğünde yüzüne yerleşen o gülümsemelerden eser yoktu. Kafası karışmış hatta neredeyse kızmış gibi görünüyordu. Canı sıkılan benim sanıyordum ama ondan yayılan bu titreşimleri hissettiğimde konuşmayı başlatarak bir adım daha atma ihtiyacı hissettim.

"Aramana yetişemedim, tam geri arıyordum..." derken çok net bir kesişle; "Neden gittin?" deyiverdi.

"Zaten ayrılıyorduk oradan," dedim bir refleksle kendimi savunmak için. En geçerli sebebim buydu; ayrılmıyor muyduk? Derin bir nefes alıp verdi.

"Pekâlâ, o zaman bir de şöyle sorayım, neden beni beklemeden gittin?"

Buna cevabım var sanıyordum. Ama ağzımı açıp kelimelerin anlamlı bir cümle halinde dışarı çıkamayacağını fark edince tekrar kapattım. O devam etti.

"Haklısın, ayrılıyorduk ve başka arkadaşlarımın seslenmesiyle onların yanında durdum. Sadece birkaç dakika onlarla sohbet ettim. Ve sana baktığımda arabaya biniyordun. Orada öylece kaldım. Hem de böyle bir akşamın ardından."

Böyle bir akşam yankısı kulaklarımda çınladı. Onu beklemediğim için bana bildiğin bozulmuştu. Peki ben neden bozulmuştum?

"Ben anlamıyorum Maya, istediğin şey ne? Seni rahat bırakmamı mı istiyorsun? Bir an geliyor çok yakınsın ve sonra..." deyip duraksadı.

Konuşma sırası bendeydi. "Hayır, öyle bir şey değil," dedim.

"Ne o zaman?"

Yüzümün kızarmaya başladığını hissettim. Ateş, gözlerimden çıkmak için vücudumda yukarı doğru hareketine başlamıştı.

"Evet, seni arkadaşlarınla konuşurken gördüm. Beni onlarla tanıştırma gibi bir düşünce geçti mi hiç aklından? Ya da arkadaşım dediğin insanlardan birinin sana açık açık yazıyor olduğunu görüp yine de seni mi beklememi söylüyorsun?" dedim bir çırpıda.

Şaşırmıştı. Bunu beklemiyordu.

"Sen neyden bahsediyorsun?"

"Lina'dan bahsediyorum Tibet. Bir şekilde hayatında var olduğunu anlayacak kadar tesadüfe maruz kaldım. Eve gelen kızın o olduğunu biliyorum. Aslan'ın da arkadaşı olduğunu biliyorum. Seninle ilgili düşünceleri olduğunu da biliyorum. Bugün gözlerimle de teyit etmiş oldum."

Bir elini alnına götürüp çenesine kadar indirdi ve çenesini sıvazladı.

"Bu yüzden mi gittin?"

"Söylediklerimi duydun mu? Bir şey söylemeyecek misin?"

"Maya, bak bu şekilde..."

"Lütfen bana karşı dürüst ol Tibet. Dümdüz anlat, dolandırmadan, uzatmadan. Neyse, o."

"Tamam, lütfen dinler misin? Bu şekilde konuşmak istediğim bir konu değildi bu. Ama dümdüz yolu şu ki, Lina tıpkı Aslan gibi uzun süredir tanıdığım biri. İtalya'ya taşınmadan önce..." Kalbim ağzımdan çıkacak kadar hızlı çarpıyordu. "...bir süre birlikteydik. Çocukça bir şeydi, hep birlikte olan insanlar arasında olan çekimden başka bir şey değildi. Arkadaştık ve güzel vakit geçiriyorduk hepsi bu. İtalya'ya taşınmaya karar verildiğinde..." Gözlerinde bir karaltı belirdi, bakışlarını kaçırdı. "...kopmaya başlamıştık. O dönemde pek anlayışlı değildik birbirimize karşı. Ve bitti."

Tekrar bana bakmaya başlamıştı.

"Aramızda büyük bir aşk filan yoktu. Ama dedim ya, yakındık ve uzun süredir tanıyorduk birbirimizi, ailelerimizi...Ve döndüğümde Lina hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istediğini söyledi. Ama benim için öyle bir seçenek yok, olmayacak da. Ona da bunu bu gece açık bir şekilde söyledim."

Duyduklarımı işlemem biraz zaman alıyordu. Algılarım çok açık değildi ve özellikle üzerine düşünmek istediğim bazı kelimeler vardı.

"Ama hala hayatında çünkü arkadaşsınız, öyle mi?"

"Ortak bir çevremiz var. Dedim ya, Aslan gibi."

"Tibet, hayatında kalmaya devam edeceğini mi söylüyorsun?"

"Hayır Maya, yanlış anladın, öyle bir niyetim yok." Bir nefes alıp verdi, sesini yumuşatarak devam etti. "Demek istediğim, yaşanmış bir geçmiş var ve iki düşman değiliz. O da bir araya gelmemizin mümkün olmadığını anlayacaktır. Onu hayatımda tutmaya ya da tutmamaya dair özel bir çabam yok, ilgilenmiyorum. Benim tek ilgilendiğim..." deyip duraksadı. Sonraki söyleyeceklerini derlemeye çalıştığı bir an yaşıyor gibiydi.

"Bak... Bir olaya verdiğin tepkiyi görmek için ya da komik bir anda gülerken ilk senin gözlerini arıyorum. Kalabalığın içerisinde yalnız hissettiğim anlarda bile masanın bir kenarında, koridorun sonunda, odanın bir köşesinde, bu şehrin bir yerlerinde gözlerim seni arıyor, eğer biraz şanslıysam seni de bana bakarken buluyorum."

Bakışları birer alev gibi dört bir yanımı sarıyor, nefesimi kesiyordu.

"Sandığından daha uzun süredir aklımdasın. Bazen bir esintiyle geliyor burnuma kokun. Ürperip kolunu okşadığında sana sarılmamak için kendimi tutuyorum. Senin yanında her şey tam gibi hissediyorum. Seninle hiçbir şey yanlış gelmiyor, olmak istediğim başka bir yer yok."

Söylediği cümleler karşısında şaşkındım. Nasıl bu kadar net olabilirdi?

"Lina artık vazgeçecektir. Ona, aklımda ve kalbimde bir başkası olduğunu söyledim. Ve şimdi de sana söylüyorum." Attığı adımla aramızdaki mesafeyi de kapattı. "Maya, aklımda ve kalbimde senden başkası yok."

Bir cevap almak için bekliyordu. Vücudundan yayılan ateşi hissediyor, boynunda atan damarı görebiliyordum. Ona, onu sevdiğimi söyleyecek kadar cesur değildim henüz. Yutkundum, bakışlarımı gözlerine çevirip fısıltıyla kısa ve net bir cevap verdim.

"Benim de..."

Ve gecenin karanlığında, yanıp sönen sokak lambası ışığında, kollarımı boynuna dolayıp kendimi dudaklarının yumuşaklığına bıraktım.

Bir Adım DahaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin