Bir Bekleyiş

20 4 0
                                    


Ne yapacağımı bilmez bir halde oturuyordum. Ondan herhangi bir haber almayalı tam üç hafta olmuştu. Üç koca hafta, tamı tamına yirmi bir gün. Birbirimizi her gün göremesek de konuşmadığımız gün olmuyordu. Şimdi ise üç haftadır ne sesini duyuyor ne de onu görüyordum.

Asya duruma el koymak zorunda hissetmiş olmalı ki bir enerji patlamasıyla odaya girdi.

"Aaah, yeter artık! Seni daha fazla bu halde görmek istemiyorum. Ne olmuş yani sorumluluk alıp sana ulaşmaya çalışmamış, seni böylece ardında bırakıvermiş bir kurbağaya denk geldiysen? Evet, ben de yanıldım. Düzgün çocuk sandım, ama değilmiş işte. Dünyanın sonu mu? Sen neler atlattın, nelerin üstesinden geldin bu seni yıkabilir mi? Hadi toparlan artık. Alışverişe götürüyorum seni, hem doğum gününe sadece üç gün kaldı, güzel bir şeyler alalım ki partide o günün senin doğum günün olduğu anlaşılsın," dedi kocaman gülümseyerek. Gülümsemesi gözlerine yayılmıyordu. Oyunculuk konusunda iyi olsa da ben de onu tanıma konusunda iyiydim. Beni kendime getirmek için kendini zorluyordu.

"Parti mi? Asya ben hiçbir şey yapmak istemiyorum. Özellikle bu durumdayken."

"Pardon, durum derken? Evlenmişsin de kocan seni terk etmiş gibi konuşma. Durum filan yok, daha fazla kendinle baş başa kalmana müsaade etmeyeceğim. Kalk ve hazırlan, önce güzelce pizzalarımızı yiyelim hem şanslıysak Elif abla ya da Emre abiyi görür, sohbet ederiz. Sonra da alışveriiiiiş!" diyerek üzerime koşup sıkıca sarıldı. Gözyaşlarımı tutmakta zorlanıyordum, o da bunu biliyordu. Ama söylediklerinde haklılık payı vardı, kendimi toplamanın vakti gelmişti.

Kendime gelmem için duşa yolladı beni Asya. Banyodaki aynada yansımamı gördüğümde kendimi tanıyamadım. Göz altlarım ve kapaklarım torbalanmış, gözlerimin beyazı kırmızıya dönmüş, saçlarım darmadağınık, ölü gibi solgun bir ten... Ilık suyun altına girdim, gözlerimi kapatıp akan her damlayla kederimin de akıp gittiğini hayal ettim. Dudaklarım titrese de direndim, artık ağlamayacağım, dedim kendime, artık değil. Kollarımla kendime sarıldım, omzumu, ensemi ovdum ellerimle. Düşüncelerimin sadeleşmesini, berraklaşmasını umarak saç diplerime masaj yaptım. Vücudumu yıkadığım her an onun dokunuşlarını hatırladım ve bıraktım aksınlar onlar da kederimle beraber. Duştan çıkıp tekrar aynaya baktığımda en azından cildime bir pembelik gelmiş, ılık su beni hayata döndürmüştü. Birkaç küçük makyaj malzemesinin yapamayacağı şey yoktu. Biz kadınların en zayıf anlarında dahi en güçlü görünme yeteneklerinin yardımcılarından bazıları, kapatıcı, rimel, dudak parlatıcısı ve allıkla, şimdi çok daha 'normal' görünüyordum.

Kıyafetlerimi giyerken fark ettim ki zayıflamıştım. Stres, üzüntü, gerginlik bana bunu yapıyordu. Yemek yemeyi azaltıyor ve istemsizce kilo veriyordum. Sorun yok, daha iyi olacağım, dedim kendime. Daha iyi olacağım.

Asya duştan sonra beni, "İşte benim kızım!" diye karşıladı. Sonraki birkaç saat Asya'nın beni beslemesi ve giydirmesi üzerine kuruluydu. En sevdiğimiz mekânda sevdiğimiz mekan sahiplerini gördük. Harika pizzalarımızı yerken sohbet ederek bir buçuk saate yakın orada vakit geçirdik. Tibet'le tanıştığımız günün akşamında yaşananların anısı hala tazeydi zihnimde. Ve gece Tibet'in omuzlarında ağlayarak sonlanmıştı. Ozan'la aramızda olanlardan ötürü oraya her gidişimde mahcubiyet hissediyor ve biraz da utanıyordum. Ama o kadar anlayışlı insanlardı ki, hiçbir şey yaşanmamış gibi bizimle ilgileniyorlardı. "Ah, gençlik ne güzel şey!"diyerek yaşadıklarımızı keyifle özümsüyorlardı. Onların özlem duydukları günlerin içindeydik. Bizse onların yaşanmışlıklarını ve İtalya anılarını iştahla dinliyorduk. İnsanın sahip olduğu şeylerin kıymetine odaklanamaması ve ancak birer anı olduktan sonra özlemle anması ne büyük ironi, diye düşündüm içimden, anın kıymetini bilmekte epey noksanız.

Mekândan ayrılıp biraz yürümeye karar verdik. Bakacağımız birkaç mağaza da yakınlarda sayılırdı, koca pizzaların üzerine yürümek çok akıllıcaydı, karınlarımız epey şişmişti. Bir iki mağazaya gir çık yaptıktan sonra üçüncü mağazada aradığımızı bulduk. En azından Asya, benim için aradığı şeyi buldu diyebilirdim. Turkuaz temalı, yeşil ve mavilerin birbirine yumuşak geçişler yaptığı, halter yaka, sırtı belime kadar açık mini elbiseyi giydiğimde,

"İşte bu! Kesimi, rengi, tam senlik, bayıldım! Saçını da böyle hafif bir topuz yaparız, ayakkabılarını da bir düşün buna ne uyar? Hmmm... Sanki senin bu renklere yakın bir topuklu ayakkabın vardı, değil mi?" dedi.

Aynada kendime bakıyordum. Gerçekten çok güzel bir elbiseydi. Mavi suları, yeşil ormanları içinde barındıran huzurlu renklerine bayılmıştım. Bahsettiği ayakkabım, mavi, hafif topuklu, çapraz bantlı ayakkabımdı. Zamanın birinde Ozan'la dans ettiren, diğerinde Tibet'in evinde ayağımdan çıkan...

"Evet, buna çok uyan bir ayakkabım var." Hafifçe gülümsedim. Yüzümdeki kaslar bir garipsedi durumu. Günlerdir somurtmaya ve ağlamaya o kadar alışmışlardı ki bu yeni duruma alışmaları biraz sürdü. Bu elbise beni mutlu etmişti. Alışverişin tedavi edemeyeceği bir acı var mıydı bu hayatta?

Asya yaklaşıp etiketine baktı ve hızlıca çekerek kopardı. "Tamam, alıyoruz, sen çıkar, bu benden sana doğum günü hediyesi!" dedi.

"Hayır, saçmalama." gibi şeyler desem de Asya ile uğraşacak kadar enerjik değildim, izin verdim beni şımartmasına.

Mağazadan çıkarken kocaman sarıldım ona ve "İyi ki varsın, seni çok seviyorum," dedim.

O da karşılık vererek, "Sen de güzelim, sen de iyi ki varsın," dedi.

Sisters before Misters*  dedikleri bir an yaşadıktan sonra ben, "Ee, şimdi ne yapıyoruz?" deyince Asya verdiği çabaların karşılığını almaya başlamasının mutluluğuyla "Oh beee!" diyerek yüzümü sıktı. Orada burada dolanmaya, kahve içip tatlı yemeye devam edip havayı karartmaya yaklaştık.

"Gün batımını izleyelim biraz, gel sahile gidelim, istersen Erdem'i de çağır," dedim.

"Tamam, sonra belki yeni açılan bara bakarız ne dersin? Erdemler birkaç defa gittiler, biz de bir görelim bence," dedi.

"Neden olmasın, hayata hızlı bir adaptasyon günü olur," dedim. Yarım ve acılı bir gülüş yerleşti yüzüme. Tibet'in her an gözünün önüne gelen, müziği eritip kanına karıştıran dokunuşları olmadan da pekala dışarı çıkabilirsin, dedi iç sesim.

Yatakta ve umutsuz başlayan gün, Asya'nın dokunuşuyla canlanmıştı. Güneş batarken tek dileğim daha iyi hissetmekti desem de içten içe biliyordum ki, ondan haber almak istiyordum, dileğim buydu ve çok geçmeden gerçek olacağından o an habersizdim.


*Kız arkadaşlar, erkeklerden önce gelir anlamındaki İngilizce deyiş.

Bir Adım DahaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin