22: angels like you

478 80 51
                                    

saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama güneş doğmuştu. tahminimce sekiz veya dokuz olduğunu düşünüyordum. on beş dakika kadar önce uyanmıştım ve yanımda uyuyan sevgilime bakıyordum.

iyi ki onun gibi biri vardı hayatımda. iyi ki o beni seviyordu, iyi ki ben onu deli gibi seviyordum. iyi ki benden hiç vazgeçmiyordu.

beni yine kurtarmıştı. yine düştüğüm çukurdan çekip almıştı beni. o gerçek olamayacak kadar kusursuz biriydi. tek bir kusuru bile yoktu. her şeyiyle mükemmel biriydi.

eli hafiçe belimi sarıyordu, ufak ufak oynuyordum saçlarıyla, güzel yüzünü izliyordum.

çok geçmeden mırıldanı, gözleri hafifçe araladı. bir kaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra sonunda gözlerini açabilmesine güldüm.

"günaydın." dedim sakince.

"günaydın.." dedi sevimli bir ifadeyle, "rahat uyudun mu?"

başımı salladım, hayatımda geçirdiğim en huzurlu uykulardan biriydi. diğerleri de jeonginle olanlardı zaten. belimden bastırıp beni kendine yaklaştırdı. alnıma baskın bir öpücük bıraktı.

dünden beri sadece alnımı öpüyordu. yüzüm yara bere içindeydi çünkü. öpebileceği bir yer bile kalmamıştı alnımdan başka. ne kadar kötü göründüğümü düşünmek bile istemedim.

"çok acıktım." dedim alt dudağımı hafifçe büzerek. güldü hemen, "sen bir duş al, üzerini değiştir. ben o sırada kahvaltı hazırlarım."

başımla onayladım onu, yataktan çıkmak için doğruldu. kalkacağı sırada elini sıkıca tutup onu durdurdum.

"bir yerin mi ağrıyor? iyi misin?" dedi aniden endişeyle.

gülümsedim, "bir şeyim yok." vücudumdaki ve bacaklarımdaki keskin ağrıyı saymazsak.

"öpmedim." dediğimde yüzü şaşkın bir hâle gelse de gülümsedi. bana eğildiğinde yanaklarına birer öpücük bıraktım.

kalbim heyecandan deli gibi çarpmaya başlamıştı bile. gamzeli yanaklarını öpmeyi deli gibi özlemiştim.

yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kalktı ama ben battaniyeyi başıma kadar çekip biraz daha uzandım.

ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. aklımda bir sürü şey dolanıyordu. en büyüğü pişmanlıktı. sırf iğrenç abim yüzünden jeongini üzmek, ondan ayrılmak zorunda kaldığım için kendimden nefret ediyordum. onca şeye rağmen hiç bir şeyi sorgulamadan yanıma gelmiş, beni tekrar evine almıştı.

bundan sonra burda mı kalacaktım bilmiyordum, tüm eşyalarım evde kalmıştı. onları nasıl alacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. üzerimde telefonumdan başka hiç bir şeyim yoktu. cüzdan ceketimin cebinde kalmıştı. iyi ki telefonu arka cebime koymuşum diye iç geçirdim. jeongine ulaşamasaydım orda bayılıp kalacaktım. evine kadar gidecek gücüm yoktu o an.

"seungmin."

jeonginin sesiyle aniden düşüncelerimden sıyrılıp başımı ona çevirdim. "hm."

"suyu ayarladım istediğinde girersin tamam mı?"

vücudumdaki ağrı yüzünden zorlukla yerimden kalktım. jeongin fark etmiş olacak ki hemen yanıma geldi.

"bacakların mı?" dedi.

başımı salladım, "ama bedenim de aşırı ağrıyor."

"yardım edebilirim istiyorsan."

normalde olsa bu söylediğine gülerdim ama bu sefer ciddiydi. kendi kendime banyo bile edemeyecek hâldeydim.

fast car, seungin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin