Dört kez! Tam dört kez ölmüştüm! Hepsi de farklı şekillerdeydi. Birinci ölümüm bıçaklanarak olmuştu, ikinci ölümüm araba kazası, üçüncü ölümüm yanarak (Aralarında en acı çektiğim ölüm bu olmuştu.) Dördüncüsü ise taşın altında kalarak olmuştu. Biri beni öldürmeye çalışıyordu ve bu öldürmeye çalışan kimse her evrende başarılı olmuştu ama ben onu bulup ebesinin çıkardığı yere geri sokacaktım. Çoklu evren teorisi tahminlerimden de karışıktı. Her gittiğim yer de gördüğüm insanlar fiziki olarak benim dünyamın insanları olsa da karakter olarak bambaşkaydılar.
İkinci gittiğim yerde babam uyuşturucu satıcısı aynı zaman da bağımlıydı ve onun sayesinde her iki kızı da birer bağımlıydı. Aralarında en nefret ettiğim evren olabilir çünkü biz orada fakirdik! Babam, ben ve ablamın birer bağımlı olmasını kaldırabilirdim ama fakir olmayı kaldıramazdım ve şansıma en uzun kaldığım evren orası olmuştu. Tam üç gün, fakir bir hayatın nasıl olduğunu tatmıştım! Kesinlikle berbattı!
Oradaki ölümüm, evde kimse yokken çıkan yangından dolayı olmuştu. İlk önce bedenim erimişti, sıra iç organlarıma geldiğinde acıdan dayanamayıp ölmüştüm. Üçüncü ölümümün her bir karesini aklıma kazımıştım, bunu bana kim yaptıysa aynılarını ona ya da onlara yaşatacaktım.
İnsan evladı, bir dakika bile sıcak suya elini süremezken ben cehennem ateşinin içinde kavrulmuştum. Acaba yaptıklarımın, yaşattıklarımın bedelini mi ödüyordum? O zaman beni bu hâle getirenler neyin bedelini ödüyordu? Madem dünyada kötülük yapan kötülük görür diye bir sistem vardı, zamanın da bana bunları yaşatan insanlara niye bir şey olmamıştı? Birinin cezasını ben vermiştim, peki ya diğerlerinin?
Gelelim üçüncüye... En az ikinci kadar korkunç bir yer. Taş devrine gitmiştim! Trajediye bak! Taş Devrinde, taşın altında ezilerek ölmüştüm. Orada dönemin şartlarına rağmen zengindik, tabi Taş Devrinde ne kadar zengin olabiliyorsan. Orada yaşadıklarım aklıma geliyorda... Bilmeden hamam böceği yemiştim! Oradaki insanlar daha doğru düzgün avcılığa başlamadıkları için etrafta buldukları börtü böcekleri yiyordular. Önüme koyulan yeşillik içerisindeki hamam böceğini fark etmeden yemiştim! Ve lanet olsun midem bulunmasına rağmen tadı leziz gelmişti! Çiğ etten iyidir! Bana sunulan iki seçenek arasından onu seçmiştim ve bilmeden böcek yemiş olmuştum. Bir daha da orada yemek yememe kararı almıştım. Zaten taşın altında ezilmeseydim açlıktan geberirdim.
Gel gelelim şimdi ki geldiğim evrene. Hâlâ nerede olduğumu bilmiyordum çünkü gözlerim kapalı etraftaki sesleri dinliyordum. Pazar yerinde olmalıydık. Satıcılardan gelen sesler, etraftaki tuhaf koku, pazarda olduğumun göstergesiydi. Birazcık korktuğumdan dolayı gözlerimi açmak istemiyordum. Yine eski bir çağda olabilirdim ya da daha korkuncu yine fakir olabilirdim. Gözlerimi her açtığımda, bir rüyaya değil de daha çok kabusa uyandığımdan etrafta göreceklerimden korkuyordum. Ne vardı ölüp bir peri masalının içine girseydim ya da gözlerimi açtığımda prenses veya kraliçe olsaydım. Nerede ben de o şans!