Bu Dünyada geçen ikinci günümdü. Ve hâlâ ölmedim! İki gün boyunca kapının önüne çıkmak dışında bir yere gitmemiştim. 'Sevgili ailem.' Beni bir yerlere yollamaya çalışıp, ayak işlerini yaptırmak istemiştiler ama verdiğim yüksek tepkilerden onların işlerini yapmayacağımı anladıkları için daha fazla benimle uğraşma gereği duymayıp kendi hâlime bırakmıştılar beni. Anne ve babamın bana karşı davrandıkları esnek tavrı gören ablam kudurmuştu. Ben onu daha çok kudurtacağım.
Bu iki gün boyunca evin hizmetçisi olan Ayşe ablayla iyi anlaşmıştım. Kadının bana karşı olan tavırlarından dolayı en azından kötü davranmamıştım. Zorba da olabilirdim, yapmadığım ya da yapmayacağım şey değil ama kadın bana o kadar iyi davranıyordu ki ona karşı kötü olmak anlamsız geliyordu. Bu Dünyada zıt gitmeyeceğim biriydi.
Aile bireyleri yeni halimi pek beğenmeseler de ses çıkaramıyordular. Ablam hariç, onun sesi de sineğin vızıltısından farksızdı. Hani hep vardır ya, çevremizde gereksiz özgüveni olup kendini üstün gören insanlar... Havaları balon gibiydi, tek bir iğnenin batmasıyla patlardılar ama gereksiz özgüvenleri hiçbir zaman eksilmezdi. Ablam da onlardandı.
Şu kıza da abla deyip duruyorum ama tamamen kendi ablamdan gelen alışkanlıktı. Benim ablama kurban olsun o!
Bu akşam sevgili nişanlım ve ailesi bize yemeğe gelecektiler. Kendi Dünyamda nişanlımın ailesiyle hiç tanışmamıştım, sıkı aile bağları yoktu. Tanıştırmak isteseydi bile ben kabul etmezdim, daha kendi ailemle sıkı bir bağa sahip değilken tanımadığım insanlarla ne samimiyet kuracaktım? Kesinlikle kaynanam beni sevmezdi. Ben iyi bir gelin değildim. Yemek yapmayı bilmiyordum, elimden hiçbir bir iş gelmezdi, hayatım boyunca elime bez almamıştım. Kaynanaların aradığı özellikler sıfırdı ben de.
Bugün dışarıya çıkacaktım. Üzerimdeki eski kıyafetlere bir çare bulmanın vakti gelmişti, yeni kıyafetler almam gerekiyordu. Bu kıyafetlerin hepsi eskimiş pörsümüş kıyafetlerdi. Bana göre değildiler, çarşıya gidip yenilerini almalıydım. Buradaki herkes düzgün kıyafetler içerisindeyken benim zengin olup fakir hayatı yaşamam haksızlıktı. Bu kızın hakkettiği parayı kullanmasının vakti gelmişti.
Odadan çıkmadan önce, yatağımın altındaki delikten gelen yılanımın başını sevmiştim. Bu evrende de yılanım vardı ve sanırım kimse onu bilmediğinden odadan dışarıya doğru yılanın gireceği boyutta delik açılmıştı. O da her sabah sanki anlaşmışız gibi gelip, akşam olunca gidiyordu. Geldiğinde de genellikle yayı eskimiş yatağımın altında duruyordu.
Yatağın tek yayı eskimemişti, yatağın her yeri eskiydi, tıpkı kaldığım oda gibi. Koskoca evde, kıza layık gördükleri odanın kümesten farkı yoktu. Aile aile değil zebaniydi! Bir kızı bu kadar yüceltilirken diğeri niye eziliyordu? Sevgi kısıtlımıydı ki birinden sakınılıp diğerinde artırılmıştı?
Odadan çıktığımda, merdivenin arkasında görünmeyen odamdan ayrılıp merdivenlerden aile bireylerinin kaldığı kata çıkmıştım. Bu kız ayak işlerini yaptırmak dışında hep görünmez olmuştu. Bunun olasılığı yoktu, görünen köy kılavuz istemezdi. İnsanın onu sevmeyen, onu görmeyen, onu ezen bir aile de doğması ne acı. İnsan sevilmemeyi ailesinden görünce başkalarından nasıl beklesin? Böyle insanlar sevilmemeye alışıktı, asıl sevilmek onlar için tuhaftı. İnsana tatmadığı duygular hep tuhaf gelir.