Feci derece de uykum geliyordu. Dirseğimi masaya dayamış, avuç içimle kafamı destekleyerek uyumaya çalışıyordum. Gecenin bir yarısı bilmediğim bir nedenden apar topar yatağımdan kaldırılmış masaya oturtulmuştum. Gece gece yemek mi yiyecektik? Yine tuhaf batıl inançlarından biri mi gerçekleşecekti? İyi de beni niye kaldırıyorlardı ki? Kendileri gerçekleştirsinler işte saçma sapan geleneklerini. Unutmuş olmalıyım! Ben de bu ailenin ferdiyim ya!
"Şeker! Uyuma! Gözünü aç! Birazdan her ay gerçekleştirdiğimiz geleneğimizi yerine getireceğiz. Unuttun mu yoksa? Gelenek ve göreneklerimize saygın kalmadı mı?" Unutmadım çünkü bilmiyorum, saygım yok çünkü saçma sapan geleneklere sahipsiniz. Kim bilir beni yine ne bekliyordu?
Tüm aile fertleri masadaydık, ablam detayı da dahil. Cezası bitmişti, Allah'ın cezasının. Kötü bakışlarını üzerimde hissediyordum ama uykum olduğundan bakışlarına karşılık vermeye mecalim yoktu. Gözü çıksın diyor ve aynı bakışları ona iletiyordum.
Morali bozuk olmalıydı, ne de olsa sevgilisinin adı ayyaşa çıkmıştı. O gün Serter'i kasap camının önüne bıraktığımızda, sabaha kadar uyanamamış, sabahın ilk ışıklarıyla sokağa çıkan halkın sesiyle ve uyandırmaya çalışmalarıyla gözünü açmıştı.
Neler olduğunu hatırlamıyordu. Kafasına taşı yedikten sonra travma yaşamış olmalı ki kafasına aldığı darbeyi hatırlamıyordu. Herkes onun sarhoş olduğunu ve dün geceye dair hiçbir şey hatırlamadığına inanıyordu, buna kendisi de dahil. Başındaki yarayı fark etmiştir ama bunu da sarhoşluğuna bağladığını varsayıyordum.
O günden sonra kapının önüne çıkmak dışında başka bir yere gitmemiştim. Kapının önüne de, temiz hava alıp her zaman ki gibi yere kendimden bir iz bıraktığım gölgemi izlemek için çıkıyordum. Bu haberleri de dedikodu çevresi yüksek olan ablamdan öğrenmiştim. Bana anlatmıyordu, telefon da konuşurken duyuyordum ve hayır, ben onun telefon konuşmalarını dinlemiyordum sadece arada kulak misafiri oluyordum.
Lamia'yı da o günden sonra bir kez görmüştüm. Dışarıya çıkmadığımdan izinliydi. Bir kez karşılaşmamız ise kapının önüne çıktığım zaman yanıma gelmesiyle olmuştu. Ona birkaç gün boyunca dışarıya çıkmayacağımı boşu boşuna kapıma gelip durmaması gerektiğini söylemiştim. Gelmiyordu, en azından ben çevremde onu görmüyordum.
"Şeker kime dedim ben! Beni dinleyen mi var? Açsana gözlerini, masanın üzerinde uyukluyorsun." Annemin ilk dediği gibi bu dedikleri de bir kulağımdan girip diğerinden çıkmıştı. Gözlerimi açmaya hiç niyetim yoktu. Masa da rahat bir konum elde etmiştim, ben burada uyurdum.
"Anne bırak uyusun, prenses gözlerini açarsa uykusu kaçar." Normalde gözlerimi açmazdım ama masada sesini sevmediğim detayın sesi çıkınca gözlerim açılmıştı. Baba detayı zaten sessizlik yemini etmişti, konuşmamaya tövbeliydi. Benim babam böyle miydi? Onun çok konuşan hâlini bile özlemiştim. Her yaptığıma laf edip beni çileden çıkarmasını bile...