Hayat tuhaflıklarla doluydu. Kaçtığım, karşılaşmak istemediğim insan, beni tedavi ettirmiş şimdi de sürprizini görmek için birlikte yola koyulmuştuk. Tedavi ettirdi dediğime bakmayın, çağın gelişmemiş sağlık alanında ne kadar tedavi olduysam artık. Kremlerle, birbirine karıştırılan bitkilerle elde edilen ilaçları vücudumdaki morluklara sürmüştüler.
Acım hâlâ devam ediyordu, sadece ilki kadar feci derece de bir ağrı yoktu. Birkaç gün dinlenince kendime gelirdim, morluklarında vücudumdan gitmesi en az bir ay sürerdi. Süheyla sağolsun vücudum da moralmadık yer kalmamıştı. Ben bunun hesabını ona sorardım.
"Daha var mı gideceğimiz yere?" Kim bilir kaçıncı kez sormuştum ve değişmeyen cevap hiç eksik kalmıyordu:
"Az kaldı... Sen çok sabırsız bir kızsın." Sabırsız değildim... Aslında oladabilirim. Yorgundum, dayak yemiştim, her yerim ağrıyordu ve bu adam insafsızca saatlerdir beni yürütüyordu. Şehrin dışına çıkalı bâyâ olmuştu. Arkamızda adamları, biz önde dere tepe düz gidiyorduk. Yolun sonunda, inşallah masallardaki gibi cennetten bir parçaya benzeyen yere varırdık.
"Sabırsız değilim, yorgunum sadece!" Bağırmam arkamdaki adamların hareketlenmesine neden olmuştu. Normalde bu adamlardan korkardım ama patronları yanımda olduğundan gereksiz bir özgüven üzerimdeydi.
Bu yüzden arkamı dönüp, göğsümü kabartarak bana zarar vermeyeceklerinin verdiği rahatlıkla gözlerimi üzerlerinde gezdirdim. Adamlar bu tavırlarımdan dolayı benden gıcık kapmış olsalar bile yanımdakinden dolayı ses çıkaramıyordular.
"Bir şey yok." Adamlar patronlarının uyarısıyla yerlerine geri dönmüştüler. "Yorgun olduğunu biliyorum, seni taşıyabilirim dedim ama buna sen izin vermedin." Doğru, bana kaç kez beni taşıyabileceğini söylemişti ama ben her defasında reddetmiştim. İnsanlarla teması sevmeyen biri olarak onun kucağında saatlerce taşınmayı tabiki kabul etmezdim. Ayaklarım kopsada, ağrımdan ölsemde onun kucağında taşınmak yerine kendim yürürdüm daha iyi.
"Tamam, ağzımı açmıyorum bir daha. Yeter ki sürprizine bir an önce gidelim." Umarım sürprizi saatlerce yürümemize değerdi, aksi takdirde beğenmediğimi yüzüne çarpmaktan asla geri kalmazdım.
Tamam, ben kucağında taşınmayı reddettim ama onca adamı arkamızdaydı, verseydi ellerine bir tahta taşısaydı adamları beni omuzlarında. Hem ben yorulmuş olmazdım hem de arkamdaki adamlar bir işe yaramış olurdu. Ağzımı açmayacağımı söylediğimden dolayı susmuştum. Bir daha ki sefere karşılaşırsak eğer, ki bendeki şansla kesin karşılaşırdık isteğimi söylemekten asla geri kalmayacaktım.
Sonunda durduğumuzda, sürpriz noktasına vardığımızı anladım. Önümüzde nereye açıldığını bilmediğim, tahtadan yapılmış üzeri altın işlemelerle dolu, kraliyet ailesine ait olduğu belli olan bir kapı vardı. Umarım güzel bir yere açılıyordu bu kapı.