On altı kişilik yemek masasında sekiz kişi oturmuş yemeğimizi yiyorduk. Gelen misafirler için yemek odası özel açılmış, özenle yemekler servis edilmiş, her şey kusursuz ilerliyordu. Günün sonunda bu kusursuzluk bozulacakmış gibi hissediyordum.
Oda da çatal bıçak sesleri dışında pek ses çıktığı söylenemez. Yemeğini iştahla yiyen bir tek bendim, diğerleri nezaketten dolayı mıdır artık niyeyse ufak lokmalarla yiyordular. Yemekleri hiç güzel değildi. Sırf aç olduğumdan yiyordum. Tatsız tutsuz, ne idüğü belirsiz yemeklerdi.
Canına yandığımın memleketimin yemeklerinin yanından bile geçmezdi. Normalde bu kadar vatan sevdalısı bir genç değildim ama düzgün yemek yeme özlemi memleketime hasret bırakmıştı beni. Bizim memleketin yemekleri böyle miydi? Çeşit çeşitti, her birinin de tadı insanın damağında kalıyordu. Bak ağzım sulandı. Var ya...
Ülkemin yemeklerini düşünmemek için bugün olanları aklımdan geçirdim. Benim Dünyamda sevmediğim kızı kurtarmış, başıma da bela etmiştim. O son dediklerinden sonra, bana minnettar kalmamasını, öylesine yaptığımı, sonsuza dek bana hizmet etmemesi gerektiğiyle ilgili nice sözler tüketmiştim. En sonunda laftan anlamayınca siktir de çekmiştim, ettiğim küfür anlamasa da, ama kız nuh diyor peygamber demiyordu. Sonsuza dek bana yapışıp hizmet etmek istiyordu. En sonunda onun laftan anlamayacağını anladığımda boş vermiştim. Bana yapışma kararı alarak kendi kaşınmıştı. Tüm ayak işlerimi ona yaptırayım da görsün gününü. Bana yapışma kararı aldığı güne lanet ettirecektim.
Sonra Lamia vakasının üzerine, eve gelip annem vakasıyla uğraşmıştım. Beni parasını çalmakla suçlamıştı, doğru çaldım. Ohhta yapmıştım, kabul de etmiştim çaldığıma. Beni zabıtlara vereceğini söylemişti, günümüzün polisine yani. Ben de ona kimsenin inanmayacağını söylemiştim. Dediğime hak vermiş, hırsından sinirden mosmor olmuştu. Sofra da hâlâ benimle göz göze geldiğinde, öfke dolu bakışlarını yollamayı ihmal etmiyordu, ben de ona sevimli sevimli gülümsüyordum her seferinde.
Sevgili ablam da asla rahat durur mu, o da laf etmeye kalkışmıştı, kalkışmasıyla da kalmıştı. Bana bulaşmadan lafı ağzına sokup yerine oturtmuştum. Gelen kıyafetlerim, ayakkabılarım ve parfümlerim onu sinir krizine sokmuştu. Benim hep onun eskilerini giyip şimdi yeni kıyafetler almam kesinlikle hoşuna gitmemişti. Orta yerinden çatlayı versin.
Kaşığımı masaya bıraktığımda gelen misafirlerimizin üzerinde gezdirdim gözlerimi. Sevgili kayınvalidemle gerçek hayatım da karşılaşmak hiç nasip olmasa da şimdi aynı masada yemek yiyorduk. Tahmin ettiğim gibi beni sevmiyordu sevgili kayınvalideciğim. Bana tiksintiyle bakıp duruyordu. Madem beni sevmiyorsun, niye oğluna gelin diye alıyorsun ki? Cadı kaynana! Kırışık suratından, yeşil içe gömük gözlerinden, bakımsız çalı süpürgesine dönmüş saçlarından tutun her şeyiyle filmlerdeki cadılara benziyordu.
Kayınbabam biraz daha mülayim biriydi. Benimle pek göz göze gelmiyordu. Sanki yanındaki karısından çekiniyor gibiydi. Konuş dese konuşur, sus dese susar gibi bir havası vardı. Komut alan köpeklerden farkı yoktu. Bu kadınla değil bir ömür, bir gün geçmez ama bu adam bu kadınla bir ömür geçirmişti. Normalde pek insanlara üzülen biri değildim ama bu adama üzülmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Çiçeği
Ficção Científica'Eğer rüzgara yenilirsem, fırtına da yok olurum.' ....