11. Bi' bakmayışı canına okur

272 14 15
                                    


Baş ağrısıyla uyanmayı beklemiyordu Feza. Saçlarını kurutmadan yattığından olsa gerek şakaklarında sinir bozucu bir gerilim vardı. Karnına doğru büzülmüş bedenini geriye doğru esneterek yaslandı.

Yan taraftaki yatağa hala dokunulmadığını gördü mahmurluk içinde. Bu demekti saat sabahın altısı da olsa Tayfun hala eve gelmemişti. Şakağını ovuşturup biraz daha uyumak için döneceği esnada anahtar tıkırtılarını işitti. Kulak kabarttı. Birkaç saniye dikkatle dinlediğinde kunduraların ahşap mobilyaya bırakılma sesini net duyabildi.

"Senin ben.." Yorganın altından çıkana kadar abisi odaya teşrif etmişti. Gömlek düğmelerinin yarısı açık, ceketi fazlalık gibi kemerine sıkıştırılmıştı. Ondan yayılan anason kokusu burun direği sızlatacak kadar yoğun, sabahın bu vakti için hayli keskindi.

"Selamın aleyküm.." dedi Eser, Tayfun'un kolunun altında odaya girdiğinde Feza'yı görüp şaşırdıktan sonra. Bir yandan Tayfun'u yönlendiriyor diğer yandan yükünü verdiği için zorlanıyordu. Ağır bir çuval gibi yatağa bıraktı adamı. "Kusura bakma.." diye açıklamaya girişti sonra. "Bana götürecektim normalde. Ama inada bindirdi. Eve gideyim diye tutturdu sabi gibi. Dedim Ayten Teyze seni böyle görürse iyi olmaz, kadını üzme diye ama.." Elini vaziyeti göstermek isteyerek doğrultmuştu.

Tayfun tüm kayıtsızlığıyla oturuyordu.

"Senlik bir şey yok ." dedi Feza Eser'e. "Çakma muhafazakarlık bir yerde su koyverir işte."

"Kimmiş.. Çakma.."

"Sensin, kim olacak?"

Ona diklenmiş sarışını itti Tayfun, susmasını işaret etti. "Bağırma.. Annemi uyandıracaksın."

"Uyandırmakmış, kadının uyuduğu yok ki senin yüzünden." Bıraktığı yerden onu yakalayan öfkesiyle bağırmamak için dişlerini sıkıyordu Feza. Serinlemeye muhtaç bir kızgınlıkla dönüyordu dili. "Bu halin ne, utanmıyor musun?"

"Sakin.." diye araya girdi Eser. Cılız, uzun bedeni ikilinin arasında bariyer olmuştu. "Bırak, biraz kendine gelsin."

Feza bu öneriyi makul bulmazken tüm huysuzluğuyla "Çok yorgunum." diye sızlandı Tayfun. "İşe gitmeden bir saat kestireceğim. Kaldırırsınız o zaman."

"Uyuma." diye devrildiği yerden kaldırmaya çalıştı onu Feza. "Konuşacağız. Yaptığının hesabını vereceksin."

"Annem duyar."

"Bahane uydurma ya!"

"Yeter." Parmağını dudaklarına bastırdı Tayfun. "Daha sonra dedim."

"O kadar gıcıksın ki şu an suratına tekme atmamak için zor duruyorum."

Tayfun geri çekilip yastığa başını koydu. Tam da söylediği gibi, saniyeler sonra içi geçmişti.

Siniriyle kalmıştı Feza. Bir köşeden onları seyreden Eser'e mavileri değdikten sonra çabasını hatırlayıp yeniden öfkelendi. Zira dün gece onun yanında olduğunu düşünerek Eser'i de aramıştı, görüyordu ki doğru tahmin de etmişti ancak bu bir çeşit bozacı ve şıracı vakasıydı. Bundan farklı sonuçlanması tuhaf kaçardı. Odada barınamayacağı anlayarak kapının arkasında asılı duran hırkasını alıp kendini dışarıya attı. Annesinin odasında neyse ki ses yoktu.

Serin hava tenini kamçılamıştı. Yılların eşyalarını eskittiği başında tentesi olan avludaydı. Sokakla metal bir kapı vasıtasıyla ayrılan yerde otururken hem içeride hem de dışarıda hissettiğinden düşünmesi ve dinginleşmesi kolaylaşırdı. Diğer çocuklar tarafından rahatsız edilmediği anlarının bağlamıydı burası. İtişip kakışmaktan bıktığında döndüğü, minderleri yere atıp kitaplara daldığı, günlük tuttuğu, kırık tuğlayla seksek çizdiği, uzanıp hayal kurduğu. Peluş oyuncaklarına annelik ettiği yaşlar kadar eskiydi bu avludaki hatıraları. Eğlenmişliği de vardı, tıpkı şu anki gibi kendi kendine sıkılmışlığı da. Neticede iki türlüsü de kabullenişle yüklüydü. Kendisini, başkalarını, yakınlarını ya da yakın olmak istediklerini olduğu gibi görmenin daha az yorucu olduğunu keşfetmişti burada. Her zaman bunu başarabildiği söylenemezdi tabi. Öfkesinin, heyecanının, telaşının onu ele geçirdiği zamanlar oluyordu.

GÖNÜLÇELENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin