15. Ateş denizinde yüzen mumdan gemiler

196 16 20
                                    

Onu aldığı sokağa geri bırakırken anlamsız bir iyi gecelerle dudaklarını aralamanın onun için kolay olduğunu tahmin ediyordu da sahilde, cam kırıkları boğazına batıyormuşçasına sarf ettiği sözlerinin üzerinden kısa bir vakit geçmişken tebessüm etmesini kendine yediremiyordu. Bu tebessüm susuşunu, duruşunu ve gidişini daha katlanılmaz yapıyordu. Hala. Hala diyordu zira o boktan gecenin üzerinden günler geçmişti. Uzun, boğuk dört uzun gün ve içindeki türlü telaşa rağmen o malum tebessüm aklına düşüyor ve her defasında o ifadenin asap bozucu olduğuna and içesi geliyordu.

Sahi.. Birine, herhangi birine değil en ala düşlerde başkasının yerini alamadığı o kişiye, senden beklentim yok demenin kızgın demire el basmak gibi hissettirdiğini anlamamış mıydı da öyle gülümseyebilmişti? Neydi bu, zalimlik değil miydi, başka bir adı var mıydı bunun, varsa bilmek isterdi.

Çabalamasını gerektirecek bir şey istediğinden mi böyle olmuştu? Birine 'ben içimde tutarım, sen yeterki aynı kal' demek bir çeşit küfür müydü de onun haberi yoktu? Kaldıramadığı ve hakkında iki çift laf etmekten gocunduğu ; kardeş gibi yaklaştığı kırığın ona 'yan gözle' bakması mıydı? 'Kafandakileri at' derken eril kabukların bağladığı sakıncalı bir tabulara mı dokunmuştu? Ciddiye alınmayı istemişti altı üstü. Çıta bu denli düşük iken nasıl oluyordu da çıtanın altında kalmayı başarmıştı? Ödlek bir itirafımsı da olsa onun yaptığı, daha iyisini hak ederdi.

Dudaklarının arasındaki sigaradan derin nefesler çekerken yine ve yeniden farkına vardı. İçinde o konuşmanın daha medeni geçeceğine dair onu kandıran bir ses varmış meğer. Bu ses öyle tatlı dilliymiş ki ona güzel masallar anlatmış, heveslerini beslerken içlerinin bomboş olduğunu pek kolay gizlemiş. Sevginin beklentiyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını okuyan, duyan, buna inandığını zanneden ama iş başa gelince bu mühim ayrımı yapmanın ne kadar güç olduğunu bizzat deneyimleyen biri olarak canı acıyınca kendi halini görebilmişti Feza. Sonradan, hep sonradan görürdü insan zaten. Hayal kırıklığı kör bıçak olup ciğeri lime lime doğrarken fark ederdi.

Avurtlarını çökertti, bacak bacak üstüne atıp oturduğu yerde yaslanırken sigarasının ucu kızıllaşarak eridi biraz daha.

Serzenişlerin, sitemlerin arasında yüzleşmek zorunda olduğu bir gerçek vardı. Murat bir an bile onu anlamaya çalışmamıştı. O kılı kırk yararken adam biraz bile nasıl hissettireceğine önem vermemiş, kafa yormamıştı. Halbuki daha anlayışlı olması gerekmez miydi, her şey çok ortada değil miydi? Yoksa kim ters, irrite edici tavrın ardından onu durdurup 'ne konuşacaktın, benimle konuş' diyen birine karşı neredeyse hemen yelkenleri suya indirir; bununla da kalmayıp başkalarının parfüm kokusunun sindiği koltuğa otururdu? Böylesi ya akıldan noksandı, ya belasını arıyordu ya da çıra misali çatır çatır yanıyordu. Feza bu ihtimaller içinde üçüncüye tekabül ettiğini ispat etmişti ya, zaten tüm tantana bu yüzden değil miydi?

Bulanık, çamurlu su idi aklı, duyguları, fikirleri. Durulması için ne kadar beklerse beklesin berraklaşacağı an gelmezdi. Dibinde gizli, Murat isimli girdapla içeriden çalkalanıyordu çünkü. Bir çomağı olsaydı, kafasında durmadan dönen çarklara sokardı hiç beklemeden. Belki bu sayede keşke şöyle deseydim, böyle yapsaydım dediği her ayrıntıyla tekrar tekrar bunalmaya devam etmezdi.

"Hadi ya.." Ahşaba çarpan ayağın giderek sertleştiği  güm güm seslerinin sahibi küçük kızın seslenişinden belli oluyordu. "Feza donuma edeceğim senin yüzünden, hadi ya, hadi-"

Evin tantanası kulaklarına tekrar ulaştığında son bir fırt çekerek yarım dalı klozete gönderdi. Burnundaki dumanı havalandırmaya doğru üfledi, sonra eliyle yelpazeledi, etrafa vücut losyonu fısfısladı. O her ne yaparsa yapsın kapı açıldığında içeri giren Kumru burun kanatları genişletti ve hemen sonra ellerini beline koyarak gözlerini küçülttü. "Sen sabahları herkesten gizli yaramazlık yapıyorsun. Yine pis kokutmuşsun buraları."

GÖNÜLÇELENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin