•
"Bir kişi eksik mi?"
Etrafa bakındı Murat. Sandalyelere çeki düzen veren, boş masaları silen, buzdolabını dolduran çalışanları hızlıca tayin etti. Tam tahmin ettiği kişinin yokluğunu bu sayede fark etti. Harun'a kaş göz yapmaya başladı. Bir, iki derken arkadaşı vermek istediği mesajı bir türlü almayınca ağzını açmak zorunda kaldı. "Ben dememiş miydim erkenden yol ver gitsin, ayak uyduramaz diye. Bak, ilk fırsatta su koyvermiş."
"Feza'dan mı bahsediyorsun?" diye sordu Harun. Köşedeki her zamanki masalarındaydılar. Saat henüz erken, beş suları olduğu için mekan sakindi. "Mesaj attı bana. Dersi uzamış, biraz geç kalacakmış."
Başını salladı Murat, neredeyse övünerek. "Sözde patronsun o kadar gebeşsin ki elin bücürü seni aramaya bile zahmet etmemiş."
"Gebeş değil anlayışlıyım." diye düzeltti Harun, ilgisi biraz sonra ağzına tıkacağı çizburgerdeydi. "Birine şans veririm, doğru kullanıp kullanmadığına sonra bakarım."
"Kılık kıyafet düzenine bile uymayan elemandan fazla şey bekleme."
Murat'ın uyarısı üzerine Harun "Anlaşıldı." dedi. "Bandana mevzusuna fazla takılmışsın. Çocuk galetalarından birini de yemiş zaten. Çok büyük ayıp."
"Ayıbına sokarım görürsün." Murat gerçekten sarışın oğlanın hangi renk bandana taktığıyla, yüzüne yapıştırdığı pullarla ilgilenmiyor, bunu bahsedildiği gibi mevzu yapmıyordu. Kişileri aşan daha genel düşüncelere sahipti. Başta Harun olmak üzere disiplinsizlik yüklü davranışlara dikkat çekmek istiyordu. "Son günlerde iyice boşladın burayı. "
"Gökay'ın bebeği oldu. Asıl boşlayan o."
"Kendin söylüyorsun onun mazereti var." Murat parmağını kaldırdı. "Ama senin sorumsuzluğun ve tembelliğin dışında mazeretin yok."
"Göt lalesine bak.." diye söylendi Harun lokmasını çabuk çabuk yutarken. "Ortaklıktan siktir olup gitmişsin hala rahat vermiyorsun."
"Hadi ordan." diye tersledi Murat da. "Sanki bilmiyorsun niye bıraktığımı."
Harun küçük kasa şeklindeki tabağın içindeki elma dilim patateslere acı sos döktü. Son duyduğu kısa süreli suskunluğa sevk etmişti onu. "Biliyorum bilmesine ama belki benim batasım var, belki devredesim var. Mal benim değil mi? Neyi nasıl yaptığım beni ilgilendirir."
"Ne tatlı tatlı kendini savunuyorsun öyle.." Murat canının çektiği patatesten ağzına attıktan sonra yağlanan parmağını emdi. "Gökay ağzını yüzünü kırarken de böyle açıklarsın kendini tamam mı gülüm?"
"Yapmadığı şey sanki." Harun göbeğini doldurmanın yanı sıra gülümsüyordu. "Taze babalık acayip yakışmış şerefsize. Ziyaret etme fırsatın oldu mu?"
"Hayır, daha değil." dedi Murat. Fırsat bulduğu anda hediyesiyle gitmeyi planlıyordu.
"Yanakları poğaça gibi cimcimenin. Gökay gibi çirkin adamdan nasıl öyle tatlı bir şey oldu, hayret ettim."
"Adam tomurcuklanmayla üremedi sonuçta."
"Aynen, yengeye laf yok. Gözleri, yüzü falan aynı o zaten." Harun yeğeni saydığı bebeğin şirinliğini, biri kucağına alır almaz nasıl uyuduğunu, ufacık parmaklarını anlatmaya koyuldu. Baya etkilenmişti hadiseden, çokça da özenmişti. Endişelerine arkadaşını da ortak ederek "Bizim halimiz ne olacak?" diye iç geçirdi.
Murat bezgin bakışlarıyla onu susturdu. Devamının nasıl geleceğini tahmin ediyordu; 'takılıyoruz, eğleniyoruz ama turşuluk olmadan yuva kurmak lazım.' Annesinden çok sık duyuyordu bu minvalde nasihatler. Bir yakınları, ahbapları, aile dostları evlendiğinde ya da çocuk sahibi olduğunda öğütler katlanıyor, arşa çıkıyordu. Gökay adına canı gönülden mutlu olması bir kenara kotasını doldurmuştu. Kendini aynı gemide saydığını arkadaşından benzer sözler işitmek istemezdi. Konuyu çevirdi arzu ettiği yöne. "Nasıl gidiyor mali işler?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖNÜLÇELEN
Romance"..gül bahçesinden koş gel bana, denizin mavisiyle bak." Feza ile Murat'ın öyküsüdür. Uyarı: +18 unsurlar, küfür, argo.