Bildiğin kadar güçlüsün.
Bu sözün doğruluğuna oldukça inanıyordum. Cehalet dipsiz bir kuyuydu. Düştüğünün farkında değilse bilerek hissedebileceğinden çok daha az gazaba uğrayabilirdi insan, ancak azıcık gözü açılırsa, azıcık farkındaysa içinde bulunduğu durumun, işte o zaman sonsuza kadar düşmek sadece acı getirirdi.
Bilgi ise aklın kılıcıydı, tüm kapıları açan anahtar, bedeliyle gelen bir hazineydi. Ailem eğitimli insanlardı ancak fırsatları ve şansları olsa şu an her şeyin daha farklı olacağını biliyorlardı. Eğitimime bu kadar önem vermelerinin nedeni buydu. Zorlandıkları zamanlar bile en iyi okullarda okumam, en kaliteli kaynakları kullanmam, olabileceğimin en iyisi olmam için canlarını dişlerine takarak çalışmışlardı. Ben de küçük yaşlardan beri bu çabalarının farkında olmuş, hem onları yüz üstü bırakmamak hem de içimdeki bilme, öğrenme açlığını bastırmak için çalışmış, çalışmış ve çalışmıştım.
Herkesin faklı bir zeka seviyesine, farklı bir kıvraklığa sahip olduğunu ortaokulda fark etmiştim. Bazı arkadaşlarım hiç çalışmadan benden yüksek notlar alıyorlar, çözdükleri soruları oldukça kolay buluyorlardı. Zeki olduğumu düşünmüyordum. En azından her şeyi anında kavramama neden olan parlak bir deham yoktu. Bir şeyi en iyi kendime öğretmeye çalışırken anlardım. Tıkandığım noktalarda bilgileri hikayeleştirmek de işe yarardı. Diğerlerinin kolayca aldığı notları almak için günlerce çalışmış, kimilerine göre basit olanı anlamak için fazladan zaman ayırmak zorunda kalmıştım hep. Sorun değildi, kendime bir şeyler öğretmeyi, bilgi hazinemin büyümesini seviyordum. Bu ister bilim, ister matematik, ister sanat olsun.
Bilgi güçtü çünkü bana kapılar açmıştı. Bu kadar öz disiplinli ve çalışkan biri olmasam, bu kadar çok şey bilmesem şu an okuduğum bölümü kazanmam imkansız olurdu. Hayallerimi gerçekleştirmek ve bir gün her türlü ruha dokunabilecek kadar iyi bir psikolog olma amacıma bir adım daha yaklaşmış olmazdım. Bazı şeyleri bilmeseydim, nerede ne diyeceğimi bilmek ya da insanların hakkımda ne düşündüğü gibi, hayat çok daha çekilmez olurdu. Bilgi güçtü ve ne kadar bilirsem kontrolün o kadar elimde olacağını düşünüyordum.
Ancak kimsenin her şeyi bilmesinin imkanı yoktu. Benim bilmediğim şeyler listesinin başını ise son zamanlarda hayatıma yıkım güllesi gibi girmiş olan bir isim çekiyordu.
"Otuz beş bin won."
Şoför ücreti söylediğinde bir süredir dalmış olduğum pencereden gözlerimi almış, elimi cüzdanıma atarak nakit çıkarmıştım. Parayı öderken bu ay bursumun ne kadar hızlı bittiğinin farkına varmış ve bu düşünce içime bir sıkıntı çökmesine neden olmuştu. Şoföre ücreti uzatırken surat asmamaya çalıştım. Yaptığım şey buna değerdi. Evet, ayın sonunu biraz zor getirecek gibiydim ancak bazı şeyleri bilmek bir avuç paradan daha değerliydi.
Taksiden indiğimde birkaç hafta önce geldiğim binayı yine ilk sefermiş gibi, kafamı hafifçe geriye atıp endamına hayran kalarak izlemiştim. Son birkaç günüm bu akşam gerçekleşecek olan şeyleri düşünmek üzerine geçmişti. İçeri girmeyi başaracak mıydım? Bana sorarsanız evet, ancak zor olan kısım aslanın inine inmek olmayacaktı zaten. Korktuğum asıl şey aslanı iş üstünde yakalamaktı. Neyi avlıyor, neyi paramparça ediyor ya da her neye saldırıyorsa onu o halde görmekti çekindiğim. Kolay olmayacağını biliyordum ancak deneyecektim. Denemeden bilemezdim ve Taehyung'la yatın küçük odasında yaptığımız konuşma içimdeki merakı ve bilme arzusunu geri dönülmez bir şekilde körüklemişti.
Diyelim ki görmemem gereken şeyler gördüm, bu gördüklerimi kaldırabilecek miydim? Bu da muallakta olan bir durumdu. Bir yanım San'ı, Taehyung'u, onların ünlü arkadaş grubunu; içtikleri içkileri, sürdükleri arabaları, marka kıyafetlerini, beş yıldızlı restoranlardan paylaştıkları fotoğrafları, malikane yavrularına benzeyen evlerini ve onlarla ilgili her şeyi... Önünde durduğum bu bina, yani Casino Royal'i bile gözümde çok büyüttüğümü, tanrılaştırdığımı söylüyordu. Bir yanım tüm bunların sadece dışarıdan bu kadar bilinmez, ihtişamlı ve karanlık göründüğünü, işin iç yüzünü görünce hiçbir şeyin abarttıkları kadar olmayacağını söylüyordu. Ancak diğer yanım, diğer yanım beni biraz korkutuyordu. Chaeyoung'un sarhoş bir kafayla ancak gizemli bir ifadeyle söylediği şeyi unutamıyordum. Karanlık olmadan hiçbir şey parlamaz. Doğruydu, her şey kendinin zıddıyla var olurdu. Kötü olmadan iyi, karanlık olmadan ışık olmazdı. Belki de bilmememin bir sebebi vardı. Belki de tahmin ettiğim karanlık sırların varlığı bir şeyi kanıtlıyordu. Bilmiyordum ve içimdeki bu iki sesle büyük bir savaş vermiştim. Kazanan ise belliydi çünkü hayatımda bir daha adım atmayacağımı düşündüğüm o binanın önünde duruyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙝𝙖𝙧𝙙 𝙛𝙚𝙚𝙡𝙞𝙣𝙜𝙨, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠
Fanfiction⛓️ strangers to lovers • college!au ❝jeongguk, hoşlandığı çocuğun hayatına girebilmek için onun yakın arkadaşı olan taehyung'dan yardım ister.❞ seme!tae uke!gguk