16

1.6K 300 234
                                    

Gece çok iyi uyuyamamış olsam da güne gözlerimi erken açmış, ipek çarşafın hissiyatını bacaklarımda hissederken uyuşukça esnemiştim.

Güneş ışıklarının kaldığım odanın büyük penceresinden geliş açısına bakılırsa gün ayalı çok olmamış olmalıydı ki telefonuma uzanıp saatin yedi olduğunu gördüğümde buna emin olmuştum. Uzun saatler uyumamama rağmen tuhaf bir şekilde yorgun hissetmiyordum ve içimde bastıramadığım bir heyecan vardı. Belki uyumadan önce yaşananlar, belki de bu kadar güzel bir yerde kalıyor olmamla ilgiliydi, bilmiyordum. Çıplak ayaklarım laminatta ses çıkarırken pencereye yaklaşıp tül perdeyi aralamış ve geniş arka bahçeyi; çalıları, gülleri, taştan patikaları, büyük havuzu ve bahçenin ormanla birleştiği yeri izlemiştim. Şehirde böyle bir manzaraya uyanmak imkansızdı ancak Jeju Adası gibi bir yerde dönümlerce araziniz varsa Saltburn filmindeki gibi bir malikaneye ve bahçesine, hatta bir ormana sahip olabiliyordunuz işte.

Erken olmasına rağmen tekrar uyumak istememiş, günün ilk ışıklarının tadını çıkarmak için arka bahçede biraz dolanmaya karar vermiştim. Hızlı bir duşun ardından baharlık, ince bir gömleği üzerime geçirmiş ve bol bir kot pantolon seçip giydikten sonra saçlarımı ılık havada kendiliğinden kurumaları için hafif nemli bırakmıştım.

Malikanenin içinde merdivenleri inerken etrafta kimsenin olmamasına şaşırmıyor, yine de birilerini uyandırma ihtimaline karşı sessiz olmaya çalışıyordum. Binanın içinde çok fazla kişi vardı ve hepsiyle tanışmış bile değildim. Birileriyle karşılaşmak istemiyordum, hele hele Bay Choi'ye rastlarsam ne diyeceğim ve nasıl davranacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Dünkü yemekte kim olduğumu anladıktan sonra bile yaşananlar konusunda tek bir kelime etmemişti. Yine de Taehyung'a attığı o bakış her şeyden haberi olduğunu hissettirmişti ve her ne kadar çok büyük bir suç işlememiş olsam da o adamın yapabileceklerinden korkmuyor değildim.

Sonunda olaysız ve sessiz bir şekilde arka bahçeye açılan büyük kapıyı bulduğumda gülümseyerek kapı koluna uzanmış ve kendimi verandaya atmıştım. Birkaç basamaklı kısa merdivenden inerken bahçenin hangi kısmına yönelmem gerektiğini düşünüyordum. Kısa bir beyin fırtınasından sonra etrafta kimsenin de olmamasının getirdiği avantajla en çok merak ettiğim yerlerden biri olan ve daha adım bile atmadığım at çiftliğine gitmeye karar vermiş, adımlarımı sağa, ahırın olduğu yere çevirmiştim.

San, annesinin atlara aşık olduğunu ve eski bir jokey olduğunu söylemişti. Bazı spor ve hobilerin sınıfsal olduğunu düşünüyordum ve binicilik kesinlikle bunlardan biriydi. Orta sınıf bir aileden gelen ben daha önce binmeyi bırakın, bir ata dokunma fırsatı bile elde edememiştim. Ancak sanırım doğuştan zengin olanlar için böyle lüks zevkler o kadar da ulaşılmaz değildi.

Ahıra yaklaştığımda heyecanla derin bir nefes almış ve hafif nemli tutamlarımdan birini kulağımın arkasına sıkıştırmıştım. Büyük kapıyı iterken çok ses çıkarmamasını ummuş ve içeriye doğru küçük bir adım atmıştım ancak ahır, beklediğim gibi boş değildi.

Beyaz bir atı elindeki büyük fırçayla tımarlayan orta yaşlı kadın, kapının çıkardığı ses yüzünden olduğum tarafa döndüğünde gözlerimiz buluşmuş ve ben, hafiften utandığımı hissederken "Ah," gibi bir ses çıkarmıştım mahcupça. "Üzgünüm, sadece bir bakmak istemiştim."

Kadının kim olduğu hakkında yanılmayı çok isterdim ama bacaklarını saran binici pantolonu, pahalı olduğunu bağıran uzun çizmeleri, sıkıca toplanmış saçının ortaya çıkardığı bakımlı, neredeyse kırışıksız yüzü ve tanıdık gelen hatları onun daha önce hiç görmediğim Bayan Choi olduğu hakkında ipucu veriyordu. Ben başım eğik bir şekilde kapıyı kapatmaya hazırlanırken "Sorun değil," dediğini duydum kadının. Tonunda güzel bir tokluk, olgunluk vardı ve sesi yüzünde ufak bir tebessüm varmış gibi çıkmıştı. "Gelebilirsin."

𝙝𝙖𝙧𝙙 𝙛𝙚𝙚𝙡𝙞𝙣𝙜𝙨, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin