Herkese meraba yeni bölümü beklettim biliyorum ama bir sonraki bölüm içinde yazmaya devam ediyorum ve aralarında çok zaman olmaması için bölümü biraz geç attım.
Herneyse umarım bölümü seversinizz iyi okumalar bol bol yorum yapmayı unutmayın:))
🩸
Gözlerim dolmuştu, ama bu defa gözyaşlarına yenik düşmeye niyetim yoktu. Zaten çoktan paramparça olmuştum; onun sırtıma sapladığı hançer, kalbimdeki diğer yaralardan ne kadar farklı olabilirdi ki? Soğuk ve keskin, ama tanıdık bir acı. Bir ihanetin verdiği o tarifsiz boşluk...Adliyeden çıkar çıkmaz gazeteciler etrafımı sardı. Sorular... flaşlar... gürültüler… Hepsi bir sis perdesi arkasında silikleşiyordu. Her biri üzerine çekilen ince bir perde gibi, gerçekliğimi kaybettim. Konuşmak istemiyordum. Ne sorularına cevap verecek gücüm vardı ne de onların yüzündeki merakı doyuracak bir anlatım. Sadece korumalara bir baş hareketiyle işaret edip, hızla kalabalığın arasından sıyrıldım. Araba bizi bekliyordu, gergin bir sessizlik içinde kapısını açtım ve arka koltuğa yığıldım.
Nefes almak zorlaşmıştı. İçimde bir düğüm, her geçen saniye sıkıyordu boğazımı. Camları kapalı olan araba, adeta bir kafes gibiydi; daralıyordum. Elimle göğsümü ovuşturdum, ama bu boğuk sıkışmışlık geçmedi.
"Arabayı durdur!" dedim, sesim boğuk ve aceleciydi.
"Sakin olun, Efendim," dedi şoför, tedirgin. "Bağ evine gitmemiz gerek. Güvende olacaksınız."
"DURDUR ŞU ARABAYI!" Sesim, içimde birikmiş öfkeyle yükseldi. Sözlerim, kaburgalarımın altına sıkışmış o bıçağın ucuyla delinmiş gibiydi.
Şoför sessizce başını eğdi ve hemen sağa çekti. Araba durur durmaz kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım. Hava soğuktu, keskin bir sonbahar rüzgârı yüzüme vuruyordu, ama içimdeki yangını dindirmiyordu. Kendi kasvetimden kaçmak istercesine birkaç adım uzaklaştım arabadan. Korumalara dönerek nefesimi düzenlemeye çalıştım.
"Nihley’i alın ve bağ evine gidin," dedim, sesim hâlâ titriyordu ama bu defa kararlıydı. "Ben sonra geleceğim."
Korumalardan biri tereddütle bana yaklaştı. "Ama Ezim Hanım, bağ evi hâlâ babanızın... Orada rahat eder misiniz?"
Bakışlarımı ona diktim. Duygularımın altında ezilmeden, her zamanki otoriterliğimi toparlamaya çalıştım. "Rahat vermeyecekse siz ne işe yarıyorsunuz?" dedim, gözlerim sertleşmişti. "Şu an bir şey yapmayacak, en azından şimdilik."
Adam, başını eğdi. Büyük cüssesine rağmen boyun eğmiş görünüyordu. "Peki, efendim," diye mırıldandı. "Nihle Hanım’ı alıp bağ evine gideceğiz, merak etmeyin."
"Vakit kaybetmeyin," dedim, gözlerimle etrafı tarayarak. Düşmanlarımız her yanda. Düşmanlar… Babam olmasa bile, çevremde kimlere güvenebileceğimi bilemiyorum artık. "Her an saldırıya uğrayabiliriz. Tedbiri elden bırakmayın."
Adam bir kez daha başını eğdi, bu sefer daha içten. Emirleri almış, gidecekti. Ellerini önünde birleştirip sessizce yanımdan geçti. Korumalar sessiz bir saygıyla arabaya geri döndüler, ardından yola koyuldular.
Geriye, yalnızca ben kalmıştım. Şehirden uzak, yol kenarındaki bu tenha alanda, üstümdeki beyaz elbisenin eteği çamura sürükleniyordu, ama umurumda değildi. Dışarıdan bakılınca, dağınık saçlarım ve zemine değen elbisemle tam bir kaçık gibi görünüyor olmalıydım. Belki de öyleydim. Zihnim, boğulmuş düşüncelerle paramparça olmuştu. Birkaç adım atıp durdum, ayakkabılarımın altında ezilen toprak, ayaklarımın ağırlığını bile hissettirmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİMSİZ VUSLATIM
Ação" Hayatımın değiştiği, kendimi dönülmez bir savaşın ortasında bulduğum, gözümün hiç bu kadar hırsla dönmediği bir oyunun içindeyim sanki... Bu kaosun ortasında benim için cephe almış insanlara hiç görmedikleri bir ezimle tanıştırıcam. Ama ne kadar...