17. bölüm HÜKÜM GÜNÜ

18 1 0
                                    

Yaprakları koparılarak sevilmiş bir kadın, dikenlerine rağmen onu sımsıkı
Tutmaya çalışan bir adam
Biri aşkı buldu, diğeri inancını..

Zaman, birbirine dolanmış iki hayatın içinde, onları sürekli olarak sınadı. Kadın, her kırıldığında daha da güçlendi; adeta her bir yaprağı koparıldıkça, kökleri toprağa daha derinlemesine tutunuyordu. Adam ise o kökleri sökmeden, kadını olduğu gibi kabul etmenin imkânsız olduğunu anlamıştı. Yine de elleri hep dikenlerle doluydu, her dokunuşunda bir parça kan kaybediyordu. Ama vazgeçmedi. Çünkü biliyordu, bu ilişki onun varoluş mücadelesiydi. Sevmek, onun için yalnızca bir duygu değildi, bir savaştı.

Kadın, inancını kaybedeli çok olmuştu. Aşka, insanlara ve belki de en çok kendine karşı... Oysa adamın inancı kadına saplanıp kalmıştı. Ona her baktığında içindeki sonsuz ihtimali gördü; kadının kaçtığı her adımda daha da derinlere daldı.

Ama kader, her zamanki gibi alaycıydı. Onları bir araya getirirken, imkânsızı vaat etmişti. Aşk, ikisinin de kanatlarını açmasına izin vermeyen zincir olmuştu. Kadının sessiz çığlıkları adamın inancını tüketir gibi görünse de, aşk her seferinde onları geri çekti. Kaçmak istediler, kurtulmak için çırpındılar; ama ne kadın dikenlerinden kurtulabildi ne de adam yaralarından.

Hayat bu sefer, iki zıt rüzgarı aynı fırtınada buluşturdu.


Ve Aşk, imkansızı seçti; oluru olmayan bir ilişkinin iki kurbanının adını kadere kazıdı. Kader ise en sevdiği oyunu yine oynadı ve kazananı olmayan bir savaşa iki gönüllü daha çekti.

Bu hikâye, sevmenin aslında ne kadar yıkıcı olabileceğini, aşkın sadece güzellikleri değil, aynı zamanda acıları da barındırdığını anlatıyor. Herkes aşka övgüler düzerken, onlar bu duygunun ne denli zehirli olabileceğini deneyimlediler.

...


Babamı o halde görmek... Sanki dünyamda yerinden oynamamış bir taş kalmamıştı. Ters kelepçeler bile, ona dair hafızamdaki güçlü adam imajını tam olarak silememişti. Ama gözlerinde bir şey eksikti. Yıllarca öfkesini, hırsını, hatta beni hiçe sayan gururunu gördüğüm o bakışlar... Bu kez hiçbiri yoktu. O bana her zamanki gibi öfkeyle bakmadı. Gözlerimiz sadece bir an buluştu; öyle kısa, öyle belirsiz bir andı ki... O an neyi fark etmem gerektiğini bilmiyordum. Babamın gözlerinde bir şey vardı. Kaybolmuş bir şey. Sonra başını eğdi. Koca adam, yenilmiş bir adam gibi başını eğdi. İçimde bir şey koptu o an. Hangi parçam olduğunu bile bilmediğim bir şey...

Polisler onu arabaya sokarken ne diyeceğimi bilemedim. Belki de gözlerimle ona bağırmak, sormak istedim. "Ne oldu? Niye böyle bakıyorsun? Bu hal ne?" Ama babam, başını eğip arabanın karanlığında kaybolurken ben sadece bakakaldım. Araba uzaklaştı. O an dünya sessizleşti. Kalabalık vardı, sesler vardı ama bana hepsi silik geldi. Kulaklarımın içinde bir uğultu, başımda bir baskı. Sanki her şey ağırlaşmıştı.

Sonra adliye kapısından İdil çıktı. Bu kadın... Hiçbir davasını kaybetmeyen, babamı bile hapisten çıkarabileceğini düşündüğümüz kadın. Ama yüzüne bakınca her şey o kadar anlamsızlaştı ki. Sanki o da artık emin değildi. Kaç kez onun yüzüne bakmıştım, sert, dik, keskin hatlarıyla kontrolü elinde tutan bir kadının ifadesini okumuştum. Ama şimdi... Şimdi yüzü o kadar karışıktı ki, ne düşündüğünü anlayamıyordum. Gözlerinde dağınık bir şeyler vardı, sanki zihni başka bir yerdeydi.

BİTİMSİZ VUSLATIM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin