Hongjoong geldikleri eve bakarken hafifçe ofladı. Uykusu yoktu ama bir an önce uyumak istiyordu. Sabahtan beri yaşadığı şeyler vücudunu ve mentalitesini yormuştu.
"Anlaşılan Byeoul yine uyumamış..." Seonghwa mırıldanıp Hongjoong'a döndü. Genç çocuğun gözleri bayık bakıyordu ve tepkileri biraz ruhsuzdu...
"Bir buçuk yaşında bir oğlum var." Seonghwa, Hongjoong'un değişen mimiklerini inceledi.Ona bu sırrı vermek istemiyordu, oğluna zarar gelme düşüncesi tüm sinir sistemini alt üst ediyordu ama eğer Hongjoong'un ona güvenmesini istiyorsa, ona şeffaf olmalıydı.
"Başka bir ev yok mu?" Dedi Hongjoong belini kütletirken. Beli ağrıyordu... "Çocukları sevmem."
"Var. Ama Byeoul ile de ilgilenmem gerekiyor. Genellikle burada kalacağız." Seonghwa düz bir ses ile söyledi.Hongjoong göz devirdi.
Ayrıca eşi ne olacaktı? Yani... ne biçim bir durum içindeydi şu an?
"Eşiniz?" Dedi kafa karışıklığı ile. Seonghwa omuz silkti. "Evli değilim."
"Bebek?"
"Taşıyıcı anne aracılığı ile oldu. Soyumun devam etmesi için... profesyonel bir bakıcısı var. Sıkıntı olmuyor yani. Neyse. Bu konuda gerilmene gerek yok."
"Gerilmedim." Dedi Hongjoong omuzlarını düşürüp.Eve ilerlediklerinde Seonghwa direkt üst kata çıkmış oğlunu kontrol etmeye gitmişti. Hongjoong ise kendi eviymiş gibi rahat bir tavırla evi dolaşmaya başlamıştı. Lüks dizaynlı bir evdi.
Bej, beyaz ve altın sarısı renkler hakimdi. Bir sürü biblo, vazo ve saksı vardı.
Hongjoong etrafa bakmaya devam ederken salonun iç kısmında küçük bir şelale olduğunu bile görmüştü."Vay amına," dedi şaşkınlıkla suya dokunurken "herif evini krallar gibi döşemiş." Şelalenin yapısı tam anlamıyla gerçekmiş gibi duruyordu. Siyah taşlar üzerinden süzülen sular aşağıdaki küçük su birikintisine katılıyordu.
Hongjoong elini üstüne sildi ve beyaz koltuğa oturup arkasına yaslandı."Ne yemek istersin?" Seonghwa'nın sesini duyunca kapıya baktı. Büyük beyaz iki kapı iki yandan açılmıştı ve bu cidden saray hissi yaratıyordu. Öte yandan Seonghwa hala takım elbiseliydi ve kucağında aynı ona benzeyen emzikli bir bebek tutuyordu.
Hongjoong bir süre bebeğe ve onu tutan babasına baktı. Güzel bir manzaraydı ama ilgisini çekmiyordu...
Kısa bir anlığına Juyeon'u düşündü. Bebeği tutan o olsaydı, ne hissederdi?
Kalbi tekledi.
Kesinlikle kalp teklemesinden fazlası olurdu."Hongjoong?"
"Hm? Canım bir şey istemiyor." Dedi önüne dönerken. Seonghwa ise bebekle birlikte hemen yanına oturmuştu oğlanın. "Ama sabahtan beri bir şey yemedin. Pizza yer misin? Hamburger ya da Ramen?" Hongjoong iç çekti.Karnı açtı ama canı bir şey istemiyordu.
Seonghwa ise onu aç bırakmayacak kadar inatçı bir adamdı.
"Tavuklu noddle yiyebilirim. Acılı." Hongjoong adama bakmadan konuştu. "Tamam, bugün için sipariş edeceğim. Yarın öğlene kadar sevdiğin yemeklerin listesini yap. Şef'e verelim."
"Niye uğraşıyorsun bu kadar?"
"Benimle yaşayacaksan rahat olmalısın."
"Karşılığı ne bunun?"
"Bedenin." Dedi Seonghwa tek kerette.Kim Hanbin'i batırmak için seni kullanacağım. Diyemezdi sonuç olarak. O kadar şeffaf olamazdı.
"Sadece bedenim değil gibi duruyor." Hongjoong sırtını dikleştirdi ve Seonghwa'nın kucağında mızmızlanan bebeğe baktı. Yüzünü ekşitmiş babasının yakasına tutunuyordu sıkıca.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cars, Drugs and Curse :: SeongJoong
FanfictionHongjoong arabaları severdi. Hız yapmayı, arkadaşlarıyla sızana kadar içmeyi ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmeyi... 🔞 madde kullanımı, şiddet, cinsellik, istismar.