One

141 14 25
                                    

Sarı saçlı çocuk elindeki hapları masanın üstüne bıraktı ve ceketinin iç cebinden çıkarttığı küçük, gümüş silindir ile ezmeye başladı. Görmesini kısıtlayan neon ışıklar önüne geçen siyah saçlı, iri çocukla az da olsa engellenirken toz halindeki beyaz maddeyi diğer elindeki siyah kart ile toplaştırıp aynı hizaya getirdi. "Ah," dedi yoksunlukla. Vücudu titriyordu hafif hafif "ağzım sulandı."
Rulo yaptığı yüz doların bir ucunu burnuna diğer ucunu şeridin başına dayadı. Derin, hızlı ve keskin bir nefes çekti ciğerlerine.

Başı dönerken vücudunu arkasındaki siyah deri koltuğa bıraktı.

Kafasının içinde renkli renkli havai fişekler patlıyormuş gibi hissediyor ve soğuk soğuk terliyordu. Vücudu titremeyi kessede içine çektiği madde kaynaklı geriliyordu.

Yine de, rahatlamıştı.

Sarhoş ve tam anlamıyla uçuktu şu an.

"Yunho hyung," dedi önüne dikilen, alnı siyah saçları ile kapalı zayıf çocuk "kafayı yiyecek yine, Hongjoong."
"Haberi olmayacak." Dedi sarı mullet saçlı, arkadaşı Yeosang'a.

"San bi' el at." Yeosang yorgunca konuştuğunda Hongjoong'un kolunun altına girmeye çalışıyordu. "Onun bakıcısı değil, arkadaşıyız biliyorsun değil mi?" San konuştuğunda Yeosang göz devirdi.
Hongjoong'u bir senedir tanıyordu ve tanıdığından beri hep böyleydi. Sarhoş, uçmuş, asi ama eğlenceli. "Sonuçta ilk kez böyle görmüyoruz? Bıraksana. Eğlensim işte."
"Ama..." dedi zayıf olan. Hongjoong'un bitik bedenine döndü. Kolunun altından çıktı yavaşça.

Korktuğu şey ölmesiydi.

Cidden.

Berbat haldeydi çünkü.

Her geçen gün aldığı doz artıyordu...

"Aması yok. Şu an iyi duruyor. Bizi ilgilendiren kısım kötüleştiği zaman olur. Eğlenmene bak." San içkisinden yudumladıktan sonra bardağı yanağına yasladı.

O da endişeleniyordu ama Hongjoong onlarla yaşıttı. Yani çocuk sayılmazdı.
Üstelik yaşadıkları da kolay değildi. Eğer tüm o şeyleri böyle unutuyorsa, ona engel olamazdı. Hakkı yoktu.
Çünkü San biliyordu.
Kısmen.
Hikayenin sadece ufacık bir kısmını biliyordu ama tahmin etmesi zor değildi.
Bir çorbanın tadını bilmek için bir çay kaşığıyla tadım yapmak yeterliydi, tüm tencereyi içmesine gerek yoktu.

Yeosang daha fazla üstelemedi ve San'ın dediğini yapıp koltuktan kalktı. "İçki alacağım." Dediğinde iri olan gözleriyle onayladı.
Bir süre Yeosang'un arkasından baktı. Sonra ise koltukta bir şeyler mırıldanan arkadaşına döndü.
Bardaki yüksek sesten ne dediği anlaşılmıyordu ama yüzündeki ifadeden hoş şeyler olmadığı belliydi.

Kaşları çatıktı ve arasıra yüzünü ekşitiyordu.

San oturduğu yerden kalkıp Hongjoong'un önünde diz çöktü. "Lütfen..." Hongjoong mırıldandı.
"Canım yanıyor."
"Joong, kalk." San nazikçe omzunu dürttü. Ama bu minik dokunuş bile yatan çocuğu irkiltmişti. Gözlerini açtı ve San'a baktı. Göz bebekleri büyümüş, yüzü nokta nokta ter olmuştu.

Normalde uyuyakalmazdı kafayı çekince, bugün epey yorulmuş olmalıydı.

"San?" Dedi sızdığı yerde doğrulurken. Terli yüzünü dirseğinin içine silip etrafa baktı. Midesi bulanıyor ve başı dönüyordu. Ama en kötüsü, alt taraftaki sertlik pantolonunu zorluyordu. "Siktir..." Diye mırıldandı ve biraz daha kendine gelip ayağa kalktı. "Nereye?" San hala çömeldiği yerden konuştu.
Kafası karışmıştı. "Lavaboya."

***

"Neredeydin?" Tok çıkan sert sesle Hongjoong salona bakıp merdivenlere ilerledi. Sanki bilmiyor. Diye iç geçirmişti. "Bardaydım."
"Buraya gel." Adımlarını durdurdu. Alışmıştı bu tavıra. Ama hala tetikleniyordu...

Salondaki adamın dediğini yapıp salona ilerledi. Salık omuzlarını topladı ve dik bir duruş ile içeri girdi.

Gözlerini karşısındaki adama çevirdiğinde yüzündeki sırıtışa bakıp hafifçe güldü, başına gelecekleri biliyordu.

"Kime ait olduğunu biliyorsun, değil mi bebeğim?" Elini dizinin üstündeki yere pat patladı hafifçe. Hongjoong direnmedi, normal sayılacak adımlarla adamın karşısına geçip kucağına yerleşti. "Biliyorum, efendim."
Bay Kim'in eli kucağındaki çocuğun ensesindeki uzun saçlara gitti. Parmağına dolayıp nazikçe okşarken diğer elini boynuna çıkartmıştı bile. "O halde aidiyetini göster." Elinin altındaki beyaz teni sıkarken güldü. Mor ve mavi damarlar kabarırken onları hissedebiliyor olmanın tatmin ediciliği ile biraz daha sıktı çocuğun boynunu.

Hongjoong ise aldığı emri yerine getirmek için çoktan kalçasını hareketlendirmeye başlamış, gözlerini de kapatmıştı.

Zevk alması gerektiğini biliyordu.

Öbür türlü ölümden beter oluyordu.

Dudaklarını birbirine bastırdığında tekrar midesini bulandıran o sesi duydu.

"Dudaklarını hala saklıyor musun benden?" Hongjoong tepki vermedi. Ağzının içine yuvarladığı dudaklarını, dışarı kaçmasınlar diye sertçe ısırdı.

Ya da belki de çığlık atmamak içindi...
Aynı çocukluğunda olduğu gibi.

Cars, Drugs and Curse :: SeongJoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin