Six

74 11 23
                                    

Hongjoong tahmin ettiğinin aksine Bay Kim'den önce varmıştı bara. Ve yaklaşık on dakikadır onu bekliyordu.

San hasta rolünü öyle benimsemişti ki ciddi anlamda midesi bulanmaya başlamıştı ya da belki de arka arkaya içtiği tekilalar etkisini yeni gösteriyordu.

"Nerede kaldı lan bu herif?" San mızmızlandığında Hongjoong telefonunu kontrol etti.  Herhangi bir mesaj veya arama yoktu. "Bilmiyorum ama iyi bir sessizlik değil bu." Telefonu tekrar cebine koyup etrafa baktı.

Sarhoşluktan yere yığılan insanlar, dans pistinde yiyişenler, köşe taraflarda madde alıp satan üniversiteliler... 

Hongjoong artık yoksunluğun başına vurduğunu hissedebiliyordu.

"San, eve gidiyorum ben. Teşekkürler."
"Bırakayım seni." San içkilerin parasını ödedikten sonra vücudu titremeye başlayan Hongjoong'u kolunun altına aldı ve bar çıkışına ilerledi.

***

Hongjoong eve girdiğinde doğruca salona ilerledi.
Loş ışık bile gözlerini kısmasına neden olmuştu.

"Yalan atma konusunda ne kadar hassas olduğumu biliyorsun, Hongjoong." Adamın sarhoş bakışları oğlanın üstünde gezindi.

Hongjoong'ta aynı şekilde adamı süzdü. Kırklarının ortasındaydı ama oldukça genç gözüküyordu. Üstündeki beyaz, düğmeleri açık gömlekle çekici bile sayılabilirdi.

Hongjoong gözlerini kapatıp iç çekti.

"Yalan atmıyord-"
"Sus!" Elindeki viski bardağını Hongjoong'a fırlatsada bardak falso almış ve çocuğun hemen arkasındaki duvarda patlamıştı.

Kanı çekilmişti.
Geçmişte yaşadıkları aklına hücüm ederken bacaklarının bağı çözüldü. Tetikleniyordu yine.

"Saat sekizde benimle şirkete geliyorsun! Daha fazla direnmeyeceğim Park Seonghwa'ya. Git ve biraz burnun sürtsün. Çok şımardın!"

Hongjoong ağzına yayılan kan tadıyla ısırdığı yanak içlerini saldı, ne zaman ısırdığını fark etmemişti bile.

"Satılmaya ve kiralanmaya alışığım ben babalık. Burnumun sürteceğini mi düşünüyorsun?" Güldü Hongjoong. Yoksunluğun getirdiği cesaret ile duruşunu dikleştirdi. "O herifi de deliler gibi tatmin edeceğim. Sana ait olduğunu düşündüğün bedenimin her bir zerresini sunacağım ona. Aklını yitirecek, daha fazlasını isteyecek, çok daha fazlasını. En sonunda ise beni sana vermeyecek. Kör edeceğim o herifin gözünü."
"Yanıma dönmek için yalvaracaksın. Ve döneceksin de. İşte o zaman göstereceğim ben sana hiç görmediğin şeyleri. Siktir git şimdi."

Hongjoong kısa bir süre olduğu yerde durdu. Kendi ağzından çıkan cümleleri yeni idrak ediyordu.

Alışıktı ama aşamıyordı.

Hiçbir yere ait olmadığını çoktan anlamış, bunu kabullenmişti. Ama merak ettiği şey,
hala bir ruhunun olup olmadığıydı.
Ve eğer varsa, ruhunu barındıran bedeni onun muydu yoksa ortaya sunulan bir tür meze mi?

"Kırmızı şarapla çok iyi giderim." Diye mırıldandı kendi ile alay edip odasına ilerlerken. Ayaklarını yere sürtüyordu. "Tenime fena yakışır."

***

Şirkete girdiklerinde tüm gözler Hongjoong'a dönmüştü. Pek uğramazdı, önemli toplantılar olduğunda Bay Kim'in lehine oy kullanmaya ya da kafası attığında Changbin'i ziyaret etmeye gelirdi.

Altında siyah kumaş pantolon ve üstünde salaş gri bir gömlek vardı.

Bay Kim, feminen giyinmesini emretsede Hongjoong pek sallamamıştı. Tanrı aşkına, gece magazinlerine düşen haberlerin hiçbirinde feminen değildi. Niye şirkette öyle giyinmek zorundaydı ki?

Gay olduğunu yani ciddi anlamda erkeklere ilgi duyduğunu da Juyeon hoşuna gittiğinde anlamıştı. Ondan önce tek gecelik kaçamakları hep kadınlardan oluşuyordu. Erkek vücudundan hazetmiyordu. Yıkıcı geliyordu ona. Kendisi de erkek olmasına rağmen...

"Merhaba Bay Kim. Bay Park henüz gelmedi." Sekreter kız güler yüz ile ikiliyi karşıladığında Hongjoong umursamazca kapıyı açıp Bay Park denen adamın odasına girdi.
Klasik bir ofisti. Siyah deri koltuklar, kitap bulunan kütüphane dolabı, dosyalar için arşiv dolapları, masa üstündeki son model bilgisayar ve kaşeler...

"Ben odama geçiyorum." Bay Kim beklenenin aksine sakince konuşup Hongjoong'un arkasından kapıyı kapattı ve çocuğu odada tek başına bıraktı.

Hongjoong telefonunu çıkarttı ve az önce titreyen telefonuna gelen bildirime baktı.

Yunho hyung:
Sesin çıkmıyor yine.
Küs gibiyiz sanki?
Ergenlik sancıların devam mı?

Hongjoong:
Günaydın hyung
Gayet iyiyim
Küsmem ben sana
Meşgulsün diye sataşmıyorum 😔

Yunho hyung:
Bu akşam yemeğe çıkalım.
Hem ben sana hep müsaitim yavrum ;)

Hongjoong:
Aynen abi, iki hafta önce sana geleceğim dediğimde pek müsait gibi değildin 🤡

Yunho hyung:
:((((((
Ameliyata giriyorum şimdi,
dikkatli ol.
Akşam alacağım seni 🥴

Hongjoong:
Sen emoji kullanma 🤧🤕

Yunho mesaja bakıp güldükten sonra telefonu masasına bıraktı ve ameliyathaneye doğru yol aldı. Aklı Hongjoong'taydı. Magazine de düşmemişti birkaç gündür. Cidden aşıktı anlaşılan...

Hongjoong ise kapının açılması ile telefonunu cebine atıp başını kaldırdı. Karşısında gördüğü, kendinden biraz büyük genç adamla şaşırdı. Üstünde siyah takım elbise vardı, yüz ifadesi sertti ama Hongjoong'u görünce sırıtmıştı.

Seonghwa oldukça pahalı olan güneş gözlüklerini çıkarıp masasına bırakırken bedeni hala Hongjoong'a dönüktü.
Siyaha yakın kahve gözleri Hongjoong'un üstünde dolaşırken dolgun dudakları yukarı kıvrılmıştı.

"Günaydın Hongjoong, seni görmeyi beklemiyordum." Kravatını düzeltti ve sırıtışını büyüttü. "Park Seonghwa," elini uzattı ve çocuğa yaklaştı. Hongjoong elini tuttuğunda onu da kendine yaklaştırdı "bundan sonra benimsin."

||||

Dammmmmnnnnn Seonghwa

Dammmmmnnnnn Seonghwa

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Cars, Drugs and Curse :: SeongJoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin