Eleven

59 14 10
                                    

"Kapıyı açmayacak mısınız cidden?" Hongjoong sinirle güldü. "Bay Park'ın emri bu yönde. Eve giriş saatiniz geçti." Hongjoong elini saçlarına attı ve boynunu kütletti. "İşime gelir." Ellerini cebine soktu ve dengesini korumaya çalışarak merdivenlerden indi. Hala daha çakırkeyifti. Tam bahçe kapısına ulaşmıştı ki koruma sakince seslendi.
"Bay Kim, bahçeden çıkmanız yasak."
"Anasının amı." Diye bağırdı Hongjoong sinirle. "Tasmamı takıp kemik verin bi' de?"
"Çok meraklıysan niye olmasın?" Seonghwa alayla güldü çıktığı balkondan aşağıya bakarken. Üstünde siyah renkli gömlek pijama takımı vardı. "Ne bu tantana?" Diye sordu ciddileşirken.
"Açtırır mısın kapıyı?"

Juyeon'a gitmek istiyordu.

Koşarak, motorla, arabayla ya da her ne ile gidebiliyorsa onunla...

"Byeoul uyuyor, sessiz ol."
"Bahçe kapısını açtırır mısın?" Hongjoong sakin bir tonda konuştu. Çocuğu uyandırmak istemiyordu.
Ağlak bir bebek sinir bozucuydu.

"Yarın şirkete gideceğim. Önemli toplantılarım var ve uyumam gerekiyor. Ayrıca sende geleceksin. Uyusan iyi olur." Seonghwa, genç oğlandan gelecek yanıtı beklemeden içeri girdi ve kapısını kapatıp perdelerini çekti.

Hongjoong ise sağ gözü sinirden seğirirken bahçedeki banka oturdu. "Gelmişinizi de geçmişinizi de sikeyim sizi..."

***

Sabah saat 08.30'u gösterirken Hongjoong, Seonghwa ile şirkete giriş yapmış, kendi odasına gitmek üzere hareketlenmişti. Planları arasında birkaç saat boş boş takılmak ve sonrasında Juyeon ile buluşmak vardı.

Ama planı gerçekleşmeyecekti çünkü Park Seonghwa sert bir tını ile konuşarak durdurmuştu çocuğu.

"IT departmanına geç, bende geleceğim birazdan." Seonghwa odasına ilerlerken kendi sekreterine günlük planını iptal etmesini söylemiş ve kadını arkasında bırakmıştı.

Hongjoong IT departmanına ilerlerken sallanıyor, etrafta göz gezdiriyordu.
On üç yaşından beri her departmanda tecrübe edinmiş, sistemden işleyişe her şeyi en ince detayına kadar öğrenmişti. Ama elini sürmemeyi tercih ettiğinden görmezden geliyordu.

IT departmanına girdiğinde oturan birkaç kişi ayağa kalkmış memnunca gülümseyerek karşılamıştı Hongjoong'u.

"Hoş geldiniz Hongjoong bey." Hongjoong tebessüm etti ve üstündeki beyaz gömleğin belini düzeltip rastgele bir sandalyeye oturdu. "Selam. Rahatsız olmayın. Çok durmayacağım."
"Kahve ister misiniz?" Departman müdürü konuştuğunda Hongjoong kafasını olumlu anlamda salladı. "Sert bir şeyler iyi olur."
"Hemen sipariş ediyorum." Orta yaşlı bakımlı kadın stajyer çocuğa el işareti yapıp cüzdanından şirket kartını çıkartıp verdi ve herkese kahve almasını söyleyip plazanın en alt katında bulunan kahveciye yolladı.

"Nasılsınız Hongjoong bey?" Kadın tebessümle konuşup kalçasını masasına yasladı. "İyiyim, teşekkürler." Hongjoong geri dönütünü kısa tutup, ilgilenmediği sıradan soruların önünü kesti. Kadının yüzü aynı şekilde kalırken içeri giren Seonghwa ile yine herkes ayaklandı.
"Günaydın millet. Hongjoong'u herkes tanıyor, yabancılık çekmeyeceğinizi biliyorum." Gözlüğünü burnunun ucundan biraz yukarı itti ve Hongjoong'a baktı. "Taban sistemi değiştiriyoruz ve yazılımcılarımız çok yoğun. Bu süreçte senden de destek bekliyorum." Hongjoong şaşkınca karşısındaki adama baktı.

Böyle bir şey konuşmamışlardı.

"Benim okulum var." Dedi çocuk umursamaz bir tavır takınırken. Sinirden boynundaki damarlar belli oluyordu. Temel bilgilere sahipti sadece, yazılım yazmamıştı hiç. Aklı basıyordu bu tür şeylere ama üatüne düşmek hoşuna gitmiyordu.

O sadece arabaları umursaddı, lüks mekanları ve Juyeon'u.

"Okuldan çıkıp buraya gelir ve iki saat bize destek olabilirsin." Müdür konuştuğunda Hongjoong omuz silkti.

Seonghwa çocuğu izlerken dudaklarını nemlendirip üstünü süzdü.

Beyaz gömlek, altına gri renk bol kumaş pantolon ve yüksek tabanlı beyaz converse giymişti. Saçları dağınıktı ve bu halde bile kusursuz duruyordu.
Yine de Hongjoong'un saçlarını kısacık kesmek, civciv sarısına boyamak istiyordu.

Saçlar anıları hapsediyordu çünkü Seonghwa'ya göre...
Ve tüm o pis anılardan kurtulsun istiyordu. Ruhunu inciten her bir anı saçları ile bedenini terk etsin, onu hafifletsin istiyordu.

Hongjoong mecburi bir şekilde yapılan emri vakiyi kabul ettiğinde telefonu titremişti.

Sepnghwa memnunca çocuğu izlemeye devam ederken, genç olanın yüzü düşmüştü ve refleks olarak ayaklanmıştı. Seonghwa'nın yüzündeki tebessüm silinirken Hongjoong dolu gözleri ile kapıya koşuşturdu ve açılan kapıyla bir bedene çarptı.

Göğsünde ve karnında hissettiği sıcaklıkla kafasını kaldırıp az önce kahve almaya yolladıkları stajyere baktı. Seonghwa çocuğun ince bileğini tutup odadan çıkarttı ve sağ taraftaki tuvalete sokup hızlıca üstündeki gömleği çıkarttı.
Hongjoong ise dudaklarını birbirine bastırıyordu ağlamamak için.

"İyi misin?" Seonghwa, Joong'un kızarmış ve kabarmış göğsüne bakarken Hongjoong yutkundu.
Canı acıyordu.

Ama canı uzun zamandır acıyordu zaten.

Bu son noktaydı.

Yıllar önce olduğu gibi.

Gözyaşları çenesine süzülürken Seonghwa gömleği suya tuttu ve ıslatıp soğuk gömleği çocuğun kızaran göğsüne bastırdı hafifçe.

"Ağla." Dedi mırıldanarak.
İçinden bir sürü şey geçiyordu ama söyleyemiyordu. Hongjoong'a romantik anlamda yaklaşmalıydı vebu zor değildi normalde. Ama yapamıyordu.

İltifatları, onu teselli edecek lafları düğümleniyordu boğazında.

İnsan ağzına geleni rahat söylerdi ama hissettiklerini dile getirmek hep zor olurdu.

Seonghwa gerçek hislerini fark ettiğinde susmakla yetindi.

Hongjoong ise az önce Juyeon'dan gelen
"Hongjoong, gidiyorum ben. Bu sefer gerçekten. Kendine iyi bak, birgün tekrardan karşılaşıncaya kadar kendine iyi bak."
Mesajına ağlıyordu.

Cars, Drugs and Curse :: SeongJoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin