Bölüm 24

57 2 34
                                    

İdil'den

"Yiğit biz bir çay koyalım misafirlerimiz varmış. Gece uzun."

Ali'nin dediği gibi gece uzun olacaktı. Çünkü bu gece her şeyi baştan sona eksiksiz anlatacaklardı. Anlatmalıydılar.
Yiğit başı ile onay verip Asi 'ye görünmez bir kırmızı halı sermiş, önden gitmesi için de reverans yapmıştı. Bu çocuğun gerçek anlamda Asi'ye yanık olduğunu düşünmeye başladım. Gördüğüm manzaraya gözlerimi devirmeden edemedim tabi. Sonra bakışlarını üzerimde hissettiğim Ali ile göz göze geldim. Evet, bizim de adı konulmamış bir hikayemiz var ve bu nereye kadar böyle devam edecek bilmiyorum açıkçası. Gözlerime öyle derin bakıyordu ki, bir şeyleri başlatsak, 'Sonu olabilir mi?' diye düşünmeden edemedim o an. O da sanki benimle aynı şeyi düşünüyormuş gibi göz temasını hiç kesmemişti. Bu bakışma bize dakikalar geçmiş gibi hissettirsede sadece saniyeler geçmişti ve biz Yiğit'le Asi'nin peşine görünmez halının üstüne basa basa eve doğru adımlamıştık.

Eve girdiğimizde Yiğit çay suyunu çoktan koymuştu. Bizlerde koltuklara kurulup işini bitirmesini bekledik. Ali, karşımdaki koltuğa oturup boğaz temizliği yapmaya başlamıştı. Konuşmaya hazırlanır gibiydi. Neler anlatacaklarını o kadar merak ediyordum ki.

"Nerede kalmıştık? " diyerek salona giren Yiğit'in sorusunu Asi cevaplamıştı.

"İstanbul hayatınız..."

"Biz deniz üzerinden yük gemisiyle kolay bir şekilde İstanbul'a geldiğimizi düşünürken kader çoktan ağlarını örmüş. Meğer kurtulmak için bindiğimiz yük gemisi, Cengiz Bey'in kara para akladığı yani işleri için kullandığı gemiymiş. Tabi ki on- on bir yaşlarında yakalanmamış olmamız tuhaf olurdu. Ya da büyük bir mucize. Gemi limana yanaşınca olduğumuz yerden çıkıp gitmek için ayaklanmıştık ki ensemizden iki adam tuttu bizi. Çırpınışlarımızın fayda etmediğini farkedince sessiz sedasız sonumuzu bekledik. O iki adam bizi sorgulamadan Cengiz'in çocukları dilencilik, mendil satma gibi işlerde kullandığı pis, metruk binaya getirdi. Üstüne güzel bir dayak da yedik tabi."

Ali'nin konuşmasını acı bir gülüşle bölen Yiğit " İzmir'deki mahallemiz bize cennetmiş de haberimiz yokmuş işte." dedi. Sanki farkında olmayarak kurduğu bir cümleydi. Aklından geçeni istemeden dışardan söylemiş gibiydi. Saniyelik bir sessizlik oldu Yiğit'in cümlesinden sonra. Ve Yiğit koltuğundan kalktı, Ali de anlatmaya devam etti.

"Dayaktan sonra kendimize geldiğimizde yük gemisinde ne halt yediğimizi sorguladılar, öğrendikten sonra da ona çalışan çocukların olduğu yere götürmüşlerdi bizi. Kaçma gibi bir eylemde de küçük çocukların başına gelenleri canlı canlı gösterdikleri için buna yeltenme gibi bir durumumuz olamamıştı."

Asi korka korka, benim de deli gibi merak ettiğim soruyu yöneltti.

"Kaçmak isteyen çocuklara ne yapıyorlardı?"

O sırada çayları getiren Yiğit yüzünde yine acı bir gülümseme ile cevap vermişti.

"Metruk binanın çatısından aşağı atıyorlardı. Atmadan önce de parmaklarını kesiyor, acı çekmelerini sağlıyorlardı."

"Çünkü ölüm bazıları için kurtuluş oluyordu." dedi Ali sessizce...

Kanım donmuştu. Duyduğum her bir kelimede sanki üzerime buz küpleri yağıyordu. Tenime değen buz küpleri canımı yakıyordu. Ve ben üşüyordum. Ellerim soğuktan ya da şaşkınlıktan titrerken Yiğit'in orta sehpaya koyduğu ince belli bardağa uzandım. Isınmam gerektiğini hissediyordum. Uzanıp aldığım bardakla beraber arkama yaslanmayı planlamıştım. Fakat titreyen elim sayesinde sıcak çay damlası ile elimi yakmayı başardım. Elimin acısıyla ani bir 'ah' çekince tüm dikkati üzerime topladım istemeden. Ali kalkmaya yeltenir gibi oldu ama buna gerek olmadığını anlaması için gözlerinin tam içine baktım. Sadece elime küçük bir damla çay gelmişti. Eli kesilen çocukların acısı ile kıyaslanamazdı bile. Önemli bir şey olmadığını söyleyip hikayeye devam etmeleri için arkama yaslanıp bekledim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 05 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

MecrûhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin