Bölüm 1

1K 137 454
                                    


İdil'den
Papatya misali ömrümüz; geçecek geçmeyecek, olacak olmayacak...
Benim papatyamda hep olumsuz sonuç çıkıyor. Tıpkı uyanmak istemediğim halde uyanmam gibi...

Gözlerim kapalı baş ucumdaki komidinde duran çalar saate uzanıp kapattığımda telefonumdan gelen alarm sesi ilişti kulaklarıma. İşkence dolu bir okul serüvenine başlıyordum işte. Üstelik yeni bir okulda, yeni bir şehirde...

Aslında üvey kardeşim Tuğçe'yle aynı okulda olmasam sorun yok. Ama Tuğçe varsa katil damgam var demektir. İnsanların iğneleyen bakışlarına maruz kalmaktan sıkıldım. Tek umudum üniversiteyi kazanıp bambaşka bir hayata başlamak. Daha önce gitmediğim bir şehir, yeni insanlar. Sevebileceğim, beni seven insanlar.

Olumlu olumsuz her şeyi düşünüp, hedefimi kendime hatırlattıktan sonra yataktan kalkıp çalışma masamın üstündeki telefonun alarmını kapattım. Odamdaki banyoya girerek hızlı bir duş aldım. Saçımı kurutup çıktığımda yarım saati banyoda geçirdiğimi farkettim. Zaten benden de bu beklenirdi. Beş dakikada banyodan çıkmak da neymiş canım. Hiçbir kız beş dakikada banyodan duş alıp çıkamaz. Hayır beni buna ikna edemezsiniz, inanmam. Yapmayın ama istisnalar kaidei bozmaz bir kere!

Kahvaltıya hiç inmek istemesem de on dakikaya mutlaka masada olmam gerektiğini iyi biliyorum. Babamın annemden sonra değiştirmediği tek özelliği bu çünkü. Kahvaltının da akşam yemeğinin de belli bir saati var. Şimdi ceza alıp da aç kalmak istemiyorum.
Çünkü bu sene benim için çok önemli, kesinlikle Süslü'ye, Tuğçe olur kendileri, ya da herhangi bir züppeye uyup kavga çıkarmak yok. Hedefimizi unutmayalım değil mi?

Okulun ilk günü olduğu için forma giymesem bir şey demezler diye düşünüyorum. Ve ben buna 'fırsattan istifade etmek' derim. Çünkü forma giymeyi hiç sevmem. Zaten kim sever ki. İşte o yüzden üzerime siyah dar paça bir kot ve siyaha zıt beyaz renk baskılı bir tişört geçirdim. Zaten düz olan kahvenin tonlarına sahip kabarmış saçlarımı da elimle üstünkörü düzelttim ve önceden prize takmış olduğum düzleştiricimi elime aldım. Düzleştiriciyi üstten üstten kabarık saçlarıma vurup salınık bıraktım. Saçlarıma önem verip şekil verdiğim sayılı gün var desem yalan olmaz sanırım.

Çalışma masamda karalamadığım bir defter bulmak benim için oldukça zor oldu ama buldum, bir de kalem alıp sırt çantama tıkıştırdım, telefonumu ve kulaklığımı da alıp merdivenlerden aşağıya indim.

Mutfakla oturma salonu arasındaki holde duran yemek masasına doğru adımladığımda ev sakinleri çoktan masaya oturmuş, kahvaltıya başlamışlardı. Babamın ifadesiz suratına baktım. Onu bana gülümserken görmek annemden sonra en özlediğim şeydi. Ama o bana bakmıyordu bile.
Tülin hanımın " Hiç gelmeseydin! " sitemini duymamazlığa verip "Günaydın." diyerek masaya oturdum. Fatma Teyze çayımı önüme koyup başımı okşadı. Gülen gözlerini görünce ben de gülümsedim. Sanırım bu evde beni gerçekten seven tek kişi yardımcımız Fatma Teyze'ydi.

"Fatoş! Benim portakal suyum bitmiş, bana portakal suyu getir." Hadi bilin bakalım bunu diyen kim? Tebrikler, tabiki de Fatma Teyze'nin bana olan ilgisine sinir olan Süslü! Ben, Fatma Teyze'nin mutfağa doğru gidişini izlerken babam, " Bugün okulun ilk günü olduğu için sizi ben bırakmayı düşünüyorum kızlar ama biliyorsunuz ki her zaman bırakamam. Kesinlikle gidiş gelişlerde, okul içinde herhangi bir sorun istemiyorum. " dedi. Bu sözü elbette ki banaydı. Onun gözünde suçlu ve sorunlu bir çocuktum ben. Suçluluğuma sözüm yok ama sorunlu olmam onun suçuydu. Bir kaç saniye bana bakıp sustuktan sonra Asi'ye dönüp devam etti.

" İsterseniz Tuğçe ile gidin. İdil'le birlikte gitmek zorunda değilsiniz. " dediğinde sakince çayını yudumluyordu. Asi elinde tuttuğu çatalı sertçe masaya bıraktı, " Ben doydum arabada bekliyorum. " dedi ve çıktı.

MecrûhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin