17. Bölüm

1.1K 79 180
                                    

Önde yürüyen Zeynep'in arkasından adım adım ilerleyen Cüneyd, bir yandan adeta salınan eşini izliyor diğer yandan ise az evvel yaşanan olayı düşünmeden edemiyordu.

Allah'ın bildiğini kuldan saklamaya gerek yoktu. Zeynep güzel bir kızdı. Üstelik genç kızın vasfı güzellik ile sınırlı kalmıyordu da. Gerek bir sarmaşık edasıyla vücudunu sarmış merhameti, gerek Rabbinin adeta lütuf olarak bahşettiği zekası ayrı bir hayran bırakıyordu kendine.

Bakışları vardı birde.

Baktığı yeri yakan, çektiği yeri donduran bakışları...

Kabul, gerçek bir evlilikleri yoktu belki lakin hisler vardı belli başlı.
Cüneyd Zeynep'e ait hissediyor, Zeynep Cüneyd'e güven duyuyordu.
Reddedemeyecekleri, yok sayamayacakları bir tamamlanış vardı işte.

Peki neydi bu sefer hissettiği?
Zeynep'i bir başkasının yanında görmek neden bu denli deliye çevirmişti aklını ve kalbini?

Cüneyd o kadar dalmıştı ki bir kaç adım ötesinde yürüyen Zeynep'in kendisine seslendiğinin bile yeni farkına varıyordu.
Cüneyd'ten ses gelmemesinin üzerine endişelenen Zeynep, kontrol amaçlı kafasını arkaya çevirmiş, Cüneyd'in dalgın halini görerek durmuştu.

Z:"Cüneyd... Efendi? İyi misin?"

Zeynep'in gözlerine doğru derin bir nefes almıştı Cüneyd.

C:"Elhamdülillah. Düşünüyordum öyle."

Anladığını belirtircesine kafasını sallayan Zeynep, eliyle ilerideki sokağı işaret etmişti.

Z:"Ben artık eve geçeyim. Allah işini rast getirsin."

İtiraz etmeye hazırlanan Cüneyd'i çalan telefonu durdurmuştu. Levent Bey arıyordu. Yüksek ihtimalle gelmiş olmalıydı. Bu sebeple el mecbur son kez Zeynep'e bakan Cüneyd, ufak bir baş selamı vermiş ardından Zeynep'in köşeyi döndüğünden emin olduktan sonra tekkeye doğru ilerlemeye başlamıştı.

Bir an önce dedesini görmeliydi. İyi miydi? Sağlığı sıhhati nasıldı?
Kafasında gittikçe yer edinen suallerini bir an önce cevaplayabilmek için daha bir hızlı atmıştı adımlarını.

Zira ortada çözülmesi gereken büyük bir mesele vardı.

***

Tekkenin önüne yanaşan tanıdık arabaya ilerleyen Sadi Hüdai bir yandan söylenmeye başlamıştı.

S:"Niçin bu kadar erken geldiniz yav? Akşama giderdik."

Sadi Hüdai'nin sitemine karşın yalandan mahcup bir tavır takınan Affan, arabanın ilerlemesi için komut vermişti.

A:"Hocam vallahi ne deseniz haklısınız lakin bilirsiniz İstanbul trafiği."

Umursamaz bir tavırla elini sallamıştı Sadi Hüdai. Şuan umursayacağı son şey bile değildi bu durum.

Aklınca kurdukları planları tıkır tıkır işliyor sanıyor olsalarda öyle değildi.
Neticede boşuna dememişlerdi, 'kul plan yaparken kader gülerdi.'

Sadi Hüdai'nin arabaya binişinin ardından endişeyle bahçeye adımlamıştı Arif. Bir kaç gün önce içine düşen kurt, günden güne büyüyerek içini kemirmeye başlamıştı.
Ölümüne sadıktı bu kapıya lakin biliyordu.
Burası dünyaydı, her şey faniydi ve kendileri beşerdi, şaşardı.
Her ne kadar düşüncesi bile içinde büyük bir suçluluk duygusunu doğursa da Affan bir zehir gibi kanına karışmıştı hocasının. Bu nedenle Sadi Hüdai'nin post uğruna yapabileceklerinin bir sınırı yok gibi düşünüyordu. İşte bundan korkuyordu Arif.
Gerçek olmasından ürküyordu.

Cübbeli KekimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin