4.BÖLÜM:İRİS

46 3 0
                                    

                              

"Ben hiçbir zaman bu dünyaya gözlerimi açamadım. Yaşadığım yalnızlığı kimseye anlatamadım. İçimde kopan kıyameti, nefreti, öfkeyi yada anlamını bile bilmediğim mutluluğu gözlerimde yansıtamadım çünkü bunu elimden aldılar. Daha doğrusu almışlar."

Dayana şu günlerde hep yorgundu. Gebeliğinin son günlerini yaşıyordu. Doğuma bu kadar az kalmışken içindeki korku onu kemirip bitiriyordu.

Doğuracağı çocuk için heyecanlanamıyordu çünkü doğuracağı bu çocuğun kocasından olmadığına emindi.

Doğan çocuğun göz renginin onun bu sırrını ele vereceğini biliyordu. Bu yüzden gebeliği boyunca bu bebekten kurtulmak istedi ama ne yaptıysa başaramadı.

Şimdilerde son çareyi bebeği yalnızken doğurmakta görüyordu. Bu yüzden tüm ısrarlara rağmen ormana gidiyor ve zamanının büyük bir çoğunluğunu orada geçiriyordu.

Aklından geçen karanlık fikirleri hayata geçirirken kimsenin onu orada görmeyeceğinden emin olmak istiyordu.

Birgün yine ormana gitmişti ama bu sefer farklı hissediyordu. Gün boyu sancılanmıştı çünkü. Hayatını cehenneme çeviren bu bebeğin o gün doğacağına emindi.

Artan sancılarından ötürü bir ağacın altına oturdu ve ağacın iri gövdesine sırtını dayadı. Sancılar dayanılmaz bir hal aldığında  acı dolu çıglıkları yükseldi Dayana'nın. 

Nitekim ona dokuz ayını zehir eden bebeği gelmişti dünyaya.  Kucağına aldığında o masuma iyice baktı. Baktıkça içinde bir sevgi oluştu ve ona sımsıkı sarıldı.

Bebeğe beslediği tüm nefreti sönüp gitmiş annelik duyguları kabarmıştı.
Gülümseyerek onun minik burnuna dokundu ve "Sen ne güzel bir kızsın." dedi. Daha sonra bebeğini alnından öptü ve "Senin adın İris olsun." dedi ama bebeğinin göz renkleri korktuğu gibi farklıydı.

Onun hanedanında böyle bir göz renginin olması mümkün değildi. Bebeğin melez olduğu apaçık ortaydı. Üstelik bu gözler onun yaptığı ihaneti de gözler önüne seriyordu.

Bebeği yanında getirdiği çarsafa sıkı sıkı sardı ve onu o ağacın altında iyice öpüp kokladıktan  sonra oraya bıraktı.

Daha sonra arkasına bile bakmadan oradan uzaklaştı ama çok ileri gidememişti çünkü bebeğinin acı dolu çığlıklarına dayanamıyordu. Eğer orada onu bırakıp gidebilseydi o ağlama sesi hayatı boyunca kulaklarında çınlayacaktı.

Bu yüzden geri döndü ve sımsıkı sarıldı ona ve bir daha  bırakmamak için yemin etti ama kendini de korumak istiyordu.

Bu bebeğe güzel bir gelecek verebilmek için güvende olması gerekiyordu. Bu yüzden de bebeğinin gözlerini bir daha açılmamak üzere mühürlemeye karar verdi.

Kendi güvenliğini bebeğinin omuzlarına  yıkacak kadar aciz durumdaydı ve bu insanlık dışı davranışını asla affedemeyecekti.

Ellerini o küçücük yüzdeki gözlerin üzerine koydu ve kendi gözlerini de kapadı göz yaşları içinde. Dayana güçlü bir kadın olduğu için bu mühür ona hiç de zor gelmemişti.

Onu zorlayan tek şey bebeğinin dünyayı hiç göremeyecek olması gerçeğiydi.

Bebeğin göz kapaklarını açılmamak üzere kapanırken bunu neden yaptığını da bebeğinin zihnine kazıdı. Bunu kendini cezalandırmak için yapmıştı.

Nefret ederek doğurmuştu onu ama kucağına alınca onu bırakmaya kıyamamıştı. Şimdi çok değerli bebeğinin kendinden nefret etmesine hazırdı. Bu cezaya layıktı. İris bu gerçeği bilecekti ama asla üvey babasına söyleyemecekti çünkü annesi bu bilgiyi onun zihninde mühürlemişti.

İris şimdi otuz yaşındaydı ama yine yapayalnızdı. Bu yaşına kadar annesine her gün lanet etmişti çünkü gözlerini mühürlemesi hiçbir işe yaramamıştı. Yine de ayrılmak zorunda kalmıştı ailesinden ve ayrıldığı günden bu yana asla kendini güvende hissetmemişti. Kendisine emanet edilen yegane varlığı da kaybetmişti. Aslında küçük bir kızken onu hep kıskanmıştı ama onu kaybetmek içini paralıyordu.

Hiçbir şey göremediği için çevresinde yaşayanların neye benzediğini bilmiyordu. Etrafındakiler konuşmuyordu sadece horultu benzeri sesler çıkarıyordu.

İris, onları anlayamasa da onlar İris' i anlıyor ve her isteğini yerine getiriyorlardı ama derdini analatabileceği kimsesi yoktu 

Bu yüzden kendini yalnız hissediyordu. Yedi yaşından beri bu durum böyleydi. Ailesini o yaşta terk etmek zorunda kalmıştı.

Yine biri gelmişti yanına. Hırlayarak soludu ve İris' i iyice kokladı. İris üzerine bulaşan salyalardan her zaman tiksinmişti ama o, bunu yapmaktan zevk alıyor gibiydi.
İris yanağına bulaşan salyayı temizlerken " Beni evime götür." dedi usulca ve onun sırtına bindi.

Hiçbir zaman göremediği o kibar varlık İris'i her zaman uyuduğu ağaca getirdi. Ağacın kocaman bir gövdesi ve gövdesinde de koca bir oyuk vardı.

İris, oraya girdi ve uzandı ama bir anda kulağında beliren çınlama misali ses yerinden ani bir şekilde doğrulmasına ve başını çarpmasına sebep oldu.
Acıyan başını ovalarken onu buraya getiren varlığı artık duyamadığını fark etti.

"Neredesin?" diye sordu ona ama bir hırıltı bile duyamıyordu. Başını ağacın oyuğundan çıkarırken "Orada mısın?" diye tekrar sordu ama ayak seslerinden başka hiçbir ses duyamıyordu.

Ayak sesleri yaklaşırken duyduğu bir ses onu çok eskilere götürmüştü. Buna benzer bir sesi en son yirmi üç yıl önce duyduğunu fark etti. Bunlar insan sesiydi. Tanımadığı insanların sesiydi ama yine de içi huzur ve mutlulukla dolmuştu. Yıllar sonra ilk kez içini bir ümit kaplamıştı.

Daha fazla dayanamadı ve ağacın kavuğundan tamamen çıkıp seslerin geldiği yöne hareket etti ama ayağı bir kayaya takılmış ve düşmüştü.

Tam o anda bir ses " Dikkatli olmalısın." dedi ve koluna girip onu kaldırdı.

İris ne diyeceğini bilmiyordu. Hatta konuşabileceğinden bile şüpheliydi.
Yirmi üç yıldır bir insan ile hiç konuşmamıştı.

Koluna giren adam "İyi misin?" diye sordu.

İris cevap veremiyordu. Çok heyecanlanmıştı. Konuşmayı gerçekten çok istiyordu ama heyecanı ona tek kelime ettirmiyordu.

"Görünen o ki biraz utangaçsın." dedi o adam ve " Ben Zaman." diye tanıttı kendini.

İris gülümsemişti. Hayatı boyunca ilk kez bir adam ona kendini tanıtmıştı. Kekeleyerek " İris." diyebildi.

"Vay. Demek bir dilin var." dedi adam. Daha sonra güldü ve " Memnun oldum." dedi ve etrafındaki diğer adamlara bakarak "Alın bunların hepsini!" diye sesini yükseltti.

İris endişe içinde " Onlar iyi mi?" diye sordu.

Zaman, onun yüzüne dökülen saçlarını geriye atarken "Merak etme. Sevgili dostlarına zarar vermeyeceğim." dedi ve İris' in elini tuttu. "Benimle gelir misin?" diye sordu.

İris gitmek için can atıyordu. Hayatı bu denli kötüyken "Daha kötü neler olabilir ki?" diye düşünüyordu ama yine de sormak istedi. " Benden ne istiyorsun?"

Zaman onu ayağa kaldırdı ve " Senin gibi değerli bir kızı keşfetmişken burada bırakamam." dedi ve İris' in omuzlarını tuttu. " Seni götürdüğüm yerde zarar görmeyeceğine söz veriyorum."

İris gülümsedi  ve " Neden bilmiyorum ama sana güveniyorum." dedi.

Zaman, onu elinden tutup götürürken " Pişman olmayacaksın." dedi.

GARDİYANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin