5.bölüm

34 10 30
                                    

    Gözlerimi açtığım zaman o sıkıcı yurt odasında uyanmıştım. Herkes başıma toplanmış bana bakıyordu. Minho alnıma dokundu.

    "Jisung ateşin var. Bu kabın içine biraz buz doldurabilir misin?"

    "Olur."

    Biraz buz doldurup gözlerimi yeniden kapattım. Çok halsiz hissediyorum.

    Minho kabın altını ısıttı ve buzlar eridikten sonra bezi buz gibi suyun içine sokup biraz bekletti. Sonrasında ise bezi ıslatıp alnıma koydu.

    "Bir şeyler yediniz mi?"

    "Evet. Sana da ayırdık."

 
  İki gün sonra

 
    Yurttan çıkmamız gerekiyordu. Zombiler her geçen gün daha da artıyordu. Bağışıklık kazanıyorlar.

    Hep beraber sessiz bir şekilde odadan çıkıp yurdu boşalttık ve yolda yürümeye başladık.  Halâ savaşçı ortalıkta yoktu. Şimdiye kadar ortaya çıkıp bu çirkin yaratıklarla savaşması gerekiyordu. Böyle giderse hayatta kalamayacağımız belliydi.

    Ayağımdaki sargıyı çoktan çıkarmıştım. Artık daha iyiydi. Zorlanmıyordum.

    Yürürken bir yandan da sohbet ediyorduk.

    "Bende Jeongin'i yem olarak atalım. Nasıl fikir?"

    "Kapa çeneni Seungmin. Bana bir şey olursa uykum kaçar."

    Seungmin ve Jeongin beraber yürüyordu. Hyunjin ile de Minho konuşuyordu. Ben de tek başıma etrafa bakınıyordum. Acaba ailelerimiz şuan nasıldır? Ya da geçmişteki ben nasıl?

    Herkes durduğunda bende durmuştum. Devasa bir spor salonu ile karşılaşmıştık. Üç katlıydı.

    "Girelim mi?"

    "Tehlikeliyse?"

    "Başka şansımız yok."

    Sırayla bu devasa binaya girmiştik. Duvarda bir resim gördüm. Paha biçilemez bir güzelliğe ve betimlenemeyecek bir havaya sahipti. Tanıdık. Siyah topraktan beyaz göğe uzanan eller. Elli yıl öncesinde de aynı resim vardı sanırım. Halâ burada.

    İçime garip bir yalnızlık duygusu girdi. Yalnız değildim ama beni tanıyan da yok gibiydi. Ya da daha karşılaşmadım. Kim bilir? Şuan için tek istediğim buradan kurtulmaktı. Gelecekte sadece şarkı söylemek istiyorum. Şeytanın elleri garip bir şekilde üstümde dolaşıyor. Sanki burası senin mezarın der gibi. Korkutucu.

    "Ayrılıp dolaşalım mı?"

    "Bence de Jeongin haklı."

    Jeongin ve Seungmin; ben, Minho ve Hyunjin beraber dolaşmaya başladık. Kimsenin bizi duyamayacağı bir yere gelince durduk.

    "Noldu Minho?"

    "Sana bir şey anlatmalıyım Jisung."

    "Dinliyorum."

    "Ben o kitabı yakmıştım hatırlıyorsun. Kitabın başındaki uyarıyı da okudum. Ana karakter sensin."

     "Biliyorum benim."

     "Sadece şunu söylemem gerek. Ana karakter öldüğünde herkes eski haline dönüyor ve ben hatamı düzeltip elli yıl sonrasında bunun olmasını engelliyorum ama ana karakter gerçekten ölüyor. Eğer ölürsen bir daha dirilemeyeceksin Jisung."

    Her şeyi kabullenmiş gibi hissediyordum. Korkunun bana faydası yok ya. O zaman hayatta kalmak için her şeyi yapmalıydım. Gerçekten kendimi düşünen birisi olmamı istiyorlarsa benim için zor değildi. İyi insanların gölgesi de siyahtır. Beyaz değil.

    "Minho, bunları o kadar normal anlatıyorsun ki madem biliyordun neden yaktın? Benden nefret mi ettin ya da ediyorsun? Ya da kullanıyor musunuz acaba?"

     "İyi misin Jisung? Böyle bir şey olacağını bilsem yakmazdım. Ağzından neler çıkıyor farkında mısın?"

     "Güven duygusunu öldürmesini en iyi siz bilirsiniz."

     Hyunjin dalga geçiyormuş gibi gülüyordu.

     "İlk gün elini tutmasam kitabımız başlamadan bitmişti Han Jisung. Dengimiz değilsin."

     Tepkisiz bir şekilde sözlerini dinliyordum ya da fark etmeden tepki veriyordum. Ağır konuşmadın mı Hwang?

     "Şimdi de ağlıyor musun Han Jisung?"

     "Hyunjin yeter."

     Minho konuşmuştu. İçimdeki üzüntü öfkeye dönüştü gibi hissediyordum. Gözümden akan bir damla yaş yerdeki mermeri eritip küçük bir çukur açmıştı.

     "Senden nefret ediyorum Hyunjin."

     "Halâ bana minnettar olmalısın Han Jisung."

     Hyunjin'e tokat atmıştım. Neden bilmiyorum. Sadece yaptım. Sonrasında ise elimi ona doğru uzatıp ağzını dondurdum ve oradan ayrılıp spor salonundan koşarak çıktım. Hiç durmadan ağlıyordum ve sürekli koşuyordum. Renkler ve zevkler bahaneydi. Herkes Han Jisung'dan nefret etti. Farklı olduğu için değil. Ben olduğum için. Yolumu kaybetmiştim. Ne düşüneceğimi, yapacağımı ve hiç bir şeyi bilmiyordum. Yer ve gök titredi. Kan kırmızı yağmur ve yaratıklar birleşti. Zombiler değil. Yaratıklar.

    Yüzleri yoktu sanki. Kolları yoktu. Bunlar neydi? Korkularım mı yoksa kabuslarım mı? İkisi de. Etrafıma bakındım. Her yerdelerdi. Ölümüm böyle olmamalıydı.

    Hepsi üstüme koşturduğunda rtrafıma kalın bir buz çemberi oluşturdum. Küçük bir çocuk gibi ellerimle kulaklarımı kapattım. Gözlerimi kapattım. Nefesimi tuttum.

    Dakikalar sonra bazı sesler geldi. Gözlerimi açtım. Buzlar erimiş ve bazı yerlerinde delikler oluşmuştu ama dikkatimi çeken elinde kılıç ile buz kütlesinin arkasında bekleyen kişiydi.

    "Ben Lee Felix. Korkutmadım umarım."

    Bana gülümsedi.

   

Son Nefesler /Han Jisung/✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin