BÖLÜM KIRK BİR: Ateş Yıldızı

145 27 33
                                    

Bölüme başlamadan şuraya birkaç şarkı bırakın da dinleyelim, nasıl olur? 💕

Keyifli okumlar, bolca yorumlar biriciklerim ❤️‍🔥

“Rex çıkar beni buradan yoksa tüm sarayı yakacağım.”

Birkaç saniye sessizlik oldu, konuşmadı belki de ben duymadım. Hemen sonra kolumda bir el hissettim ve yeniden bıraktı kolumu. Çok sıcak olmalıydım.

“Beni duyuyor musun kraliçem?” diye sorduğunda ise yanan gözlerimi usulca aralamaya çalıştım. “Duyuyorsun,” dedi ve hızlıca üstüme bir çarşaf örtüp bedenimi havalandırdı. “Ne yapmam lazım?” diye sordu.

Ben de bilmiyordum, canım acıyordu. Ateşi kontrol etmekte öyle zorlanıyordum ki tüm güç selim beni yok edecek gibi çırpınıyordu. Tüm saraydaki ateşleri hissediyorum. Hissettiğim her ateş daha çok kontrolümü kaybetmemi sağlıyordu.

“Götür beni,” diyebildim sadece. “Ateşi hissetmemeliyim.”

Bedenim kasılıyordu, tutulmuşum gibi hissediyordum.

“Açın kapıyı!” diye gürler gürlemez benimle birlikte odadan çıktı. Gözlerimi açamıyordum, damarlarımın bile kaynadığını hissediyordum. Rex’e daha da sokulurken o sadece yürüyordu ve ben ateşlerin birinden uzaklaştığımı hissetsem başka birini istemsizce kontrol altına alıyordum. Saniyeler hızla geçerken tenimde hissettiğim soğuk rüzgar içime işler hale gelmişti. Son birkaç ateşi hissederken bilincim halen tam olarak açık değildi. Ne kadar uzaklaşmış olabilirdik ki Ateş Krallığı’nın ateşlerini bile hissedemez hale gelmiştim.

“Rex,” dedim yeniden.

“Buradayım kraliçem,” dediğinde gözlerimi araladım. Daha iyiydim, en azından kontrol edilemez hissetmiyordum. Etrafa baktığımda sadece ağaçların içinde olduğumuzu fark ettim. Ormanda mıydık? Çok uzaklaşmış olmalıydık.

“Yoruldun,” dedim onun adına karar vererek. İnmek için bedenimi gerdim. “İndir hadi beni.”

Bacaklarımı tutan eli sertleşse de canımı acıtmadı. “Yorulmadım,” diye mırıldandı. “Ayağında ayakkabın bile yok, bırak seni taşıyayım.”

“Yorulacaksın,” dediğimde yüzü merhametle bana döndü.

“Konu sensen hiçbir zaman yorulmayacağım.”

Hafifçe gülümserken başımı ona yasladım. Sabah kokuyordu, bu nasıl bir kokuydu? Güneş doğarken etrafa yayılan o ferah ve hüzünlü koku gibiydi kokusu. Yağmur gibiydi, karanlık gibiydi, yeni başlangıçlar gibiydi.

“Perla,” diye ismimi söylediğinde sesindeki garip tını kaşlarımı çatmama sebep oldu.

“Bir şey mi oldu?” diye sordum bana bakmayan yüzüne bakarken.

“Beni sevmeyi bırakmasan olmaz mı?”

Yüzüm daha da ciddi bir hal aldı, ne diyordu? Ben onu böyle delicesine severken nasıl bırakabilirdim ki?

Çenesi sertleşti. “Beni sevmene öyle muhtaç hissediyorum ki… Korkuyorum Perla, seni kaybetmekten deli gibi korkuyorum.”

Tam böyle şeyler düşünmesine gerek olmadığını çünkü onu çok sevdiğimi söyleyecektim ki o konuşmama izin vermeden konuşmaya devam etti.

“Anais senin yanında sanki seninle çıkarlarım için evlenmişim gibi konuştu. Perla, Perla sana yemin ederim ki-” derken lafını böldüm. Daha fazla konuşmasına gerek yoktu.

Sevgisi sahte olan bir adam savaşta zaten kehanetin onu koruyacağını bildiği bir kız için canını hiçe sayıp okun önüne atlamazdı, yasaklı büyüyü yapmazdı. Ağlamazdı ya, ağlamazdı. Ben kanlar içinde yatarken o öyle ağlıyordu ki kendimden çok onun canı acıyor gibi hissetmiştim. Ben öldükten hemen sonra kendisiyle birlikte tüm varisleri öldürmeye çalışmazdı. Çıkarları için olsaydı ben öldüğümde ilk işi krallığımı kendi krallığına katmak olurdu ama yapmadı. Savaş çıkaracağını bildiği halde korumazdı kendinden olmayan bir krallığı. Eğer ki sevmeseydi beni kayıp bir kolye için bu kadar uğraşmazdı. Ellerini parçalayarak duvara vurmazdı.

Cehennem Ateşinin VarisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin