Hayat, bazen mecbur ederdi seni. Tüm benliğinden vazgeçip başka biri olmaya mecbur ederdi. Gözlerin yaşlı, elin kolun bağlı bir şekilde hayatının, hayallerinin ellerinden bir kuş gibi uçup gitmesini izlerdin. Hiç bir şey yapamazdın, kimse yapamazdı ki zaten. Öylece bakmaktan başka çaremiz yoktu. Hayat bazen de çaresizlikti, derin çaresizlik.
Düştüğünde içine çeken bir bataklık gibi olan mecburiyyet vardı bir de. Hepsi sadece elini uzatmanla başlardı, sonra bir bakmışsın boğuluyorsun.
Kimse el uzatmıyor, kimse ilgilenmiyor.
İşte bu ise çaresizlikti. Mecburiyyet kuyusunun içinde debelenirken çıkma umudunu yitirdiğin anda baş gösterirdi çaresizlik. Ellerinde sımsıkı tuttuğun umut düşüverirdi ellerinden de sen de gözlerin yaşlı iken izlerdin onu. Hayatının belki de tek umudunu küçük bir harakete kurban verirdin. Ve benim hikayem tek umuttan başlıyordu. Ailemin birgün beni seveceği umudu.
Ama o umut, sonum oldu.Bir kaç gündür Sinan'ın ağlamaları ve anne babasına yalvarmaları sonucu yeniden bu lanet yerde kalmaya devam ediyordum. Berbat hiss ettiriyordu, Ayaz'ın evi gibi değildi burası. İçim buz tutuyordu burada, ellerim üşüyordu.
Yatağımda uzanmış tavanı seyr ederken tam sekiz gün altı saat yirmi dört saniye önce bana dediği sözleri düşünüyordum. Yarabandı demişti kendine. Kötü hiss ettiğimde onu kullanıyor, sonra çöpe atıyormuşum. Öyle değildi işte, ben sadece ne yapması gerektiğini bilmeyen ve yüzüstü bırakılmaktan çok korkan aptal bir gençtim. Bu yaşıma kadar bir çok şeyin üstesinden gelmiş olsam da şimdi yapamıyordum. Ben belki de ilk kez çaresizdim.
Kapım tıklatıldığında düşüncelerime ara verdim. Sinan araladığı kapıdan başını uzatıp "Abi yemeğe bekliyoruz seni." Dedi yüzündeki sevinçli gülümsemeyle.
Benim varlığım ona o kadar iyi geliyordu ki, gözleri parlıyordu adeta. Birden ona karşı hiss ettiğim özlemle "Gelsene Sinan," dedim yattığım yerden doğrulurken.
Kapıyı arkasından kapatıp tek kişilik yatağımın ucuna oturdu.
"Okul biter bitmez bu evden gideceğim biliyorsun, değil mi?" Berbat bir konuşma başlangıcıydı ama başka türlü bunu ona nasıl kabul ettirirdim bilmiyordum. Benim mutlu olmamı, ailemle birlikte olmamı istiyordu anlıyordum ama burada duvarların üstüme üstüme geldiğinden haberi yoktu. Aşağıda sözde beni bekleyen insanların yüzünü görmek bana bir işgenceydi, o bunu anlamıyordu. Anlayamazdı da zaten.
O anne ve babasının biricik oğluydu.
"Biliyorum," Dedi titrek sesiyle.
Yanına yaklaşıp ellerini tuttum "Bak, ben hayatım boyunca bu aileye ait olmak istedim ama başaramadım." Boğazım düğümlense de devam ettim. "Ki zaten denemeyi de bıraktım," Gözlerimi kapatıp yutkundum bir kere. Konuşma yapmak hep bu kadar zor muydu?
"Bu yüzden senin de artık bunu kabullenmeni istiyorum, senin hiçbir zaman bir abin olmadı."
"Hayır, abimsin sen benim." Gözlerinden yaşlar akarken boynuma sarıldı. "Tek.....tek abim değilsin. Kahramanımsın, bu hayatta görüp görebileceğim en güçlü insansın."
Ben güçlü müydüm?
Bu zavallı halime güçlü mü diyordu?
Elimin birini sırtına koyup aynı içtenlikle ben de ona sarılırken karşısında küçük bir çocuk gibi ağlamamak için zor dayandım. Küçüktü daha, beni tanımıyordu anlamıyordu hiçbir şeyi ama yine de seviyordu işte beni. Kimsenin beni sevmediği kadar seviyordu. Ailemden birisi olarak seviyordu hem de.
Onu kendimden ayırıp yanaklarında kalmış yaşlarını sildim.
"Hadi yüzünü yıka, aşağı inmen lazım."
"S-sen gelmiyor musun?" Yüzüme yavru köpek bakışlarıyla bakarken kafasını göğsüme bastırdım.
"Özür dilerim, abicim."
.........
Yeşil elalarım gri dumanlar yüzünden kısılırken karşımdaki boş oyun parkına baktım. Salıncaklar esen rüzgarla hafif sallanırken, hep neşeli çocuk sesleriyle dolu olan bu parkın sessizliğini kulaklarım yadırgamıştı şimdi. Gözlerim etrafta dolanırken bir banka oturdum. Şimdi küçük park tümüyle gözlerimin önündeydi.
Gece olduğundan hiç bir çocuk olmayan ve epey ürkütücü görünen bu yeri sadece bir kaç loş ışıklı beyaz sokak lambaları aydınlatıyordu. Etraf karanlık olsa da umursamazdım muhtemelen. O kadar bitik ve yorgun haldeydim ki hiçbir şey umrumda değildi. Neden hayatımda olan şeyleri kafama takıyordum bilmiyorum ama yorgun olmamdaki tek sebep dokuz gündür görmediğim kara gözlerdeydi. Özlüyordum, bencilce.
Kendime engel olmak zordu. Kalbimi mi yoksa mantığımı mı kullanmalıydım bilmiyorum ama bu ikilemin beni iliklerime kadar yorduğu kesindi.
Karşıyı izlerken sigaranın izmaritini çöp kutusuna attım ve karşımda duran salıncaklara doğru ilerledim. Bir tanesine otururken yüzümde yine o yalnız çocuğun gülümsemesi vardı.
Küçükken hep tek gelirdim bu parka, bazı çocukların babası ve ya annesi salıncakta onları sallarken bense hep yanda kendisi sallanmaya çalışan o çocuktum. O çocukların babalarının gözlerine bakardım belki beni de sallar diye. Belki yapamadığımı görür diye. Gerçi kendi babam görmemişti, onlar mı görecekti?Ayağımla kendi kendimi sallarken gözümden akan yaşa engel olamadığımda sinirle sildim hemen. Yanaklarımı ve gözlerimi kızartana kadar kazırmış gibi tenimi sildim. Ben ağlayamazdım, hakkım yoktu buna. Duygularım olamazdı, hiss edemezdim. Aşık olmak, sevilmek, sevmek, güzel duyguları beslemek bana göre değildi. Gülümsemek de yakışmıyordu ki bana zaten.
Ayağa kalkıp ellerimi ceplerime soktum ve işyerime doğru adımlamaya başladım. Tüm düşüncelerimi bir tek iş alırdı benim.
İsterdim, içmeden de hiss edebilmek🙂
Bu bölüm biraz geçiş gibi bir şey. Kayhan'ın kendisi hakkındaki düşüncelerini anlayın istedim. Biraz empati yapın, Kayhan gibi hiç sevilmemiş ve küçük bir sevgi kırıntısı bile hiss etmemiş olsaydınız size karşı olan bir hoş görüye şüpheyle yaklaşmaz mıydınız?
Kayhan zaten yeterince dağılmış bir genç bu yüzden de yeniden dağılmaktan ve birine güvenmekten epey korkuyor.
Evettt açıklama gereği duydum, karakterlerim biraz derin düşünceli. İnsanlar anlamayacak diye korkuyorum djfkfjjc
Bu da geçiş bölümüydü gelecek bölümde farklı şeyler olacak kısaysa kusura bakmayın.
Starlight iyi günler diler.
Starlandınız efendim★