Allah için yorum atın lo (4kişiye sesleniş)
¤¤
"Onu içme Arda!"
Bu seslenişten sonra Arda kimseyi dinlemeyip masanın üzerindeki alkolü kafaya dikince herkes kahkaha atmıştı hep bir ağızdan. Sarhoşlardı. Hem de zil zurna sarhoşlardı.
Etrafıma bakındım huysuz huysuz. Herkes saçmalayıp oyun oynadığını sanıyordu ama yaptıkları şey o değildi. Kendilerini rezil ediyorlardı. Bir de bir sonraki günün sabahına bugün hakkında hiçbir şey hatırlamayacak şekilde uyanacak olmaları vardı.
Bileğim burkulup davul gibi olduğundan beri hiç tanımadığım insanların yanında keyif almaya çalışıyordum fakat bu mümkün değilmiş gibi geliyordu aynı zamanda. Gerçi bugün yaşanan şeyler, saçmalıklar yaşanmamış olsaydı emindim ki çok fazla keyif alırdım ama bir şekilde işler ters gitmişti işte. Aklım sürekli karşıma birden çıkan adama kayıyordu.
İşin kötü yanı dolaylı olarak lise döneminde ondan hoşlandığımı da biliyordu şu anda. Gerçi bu takılmamız gereken en son nokta falandı, daha önemli mevzularımız vardı.
Bizden uzakta, tek başına oturuyor olan adama baktım yine uzun uzun. Gerçi gece olana kadar, hatta gece olduktan sonra da durup onu izlemiştim. Benim ayağım sakatlandıktan sonra şarkı söyleme planı suya düştüğünden beri deniz kenarında dizlerini kendisine çekmiş bir şekilde oturuyordu Yavuz. Arkadaşları da geldiğimiz açık hava mekanda çalan her şarkıya coşmakla meşgul olmuştu aynı saatler içerisinde.
Bileğimi umursamadan oturduğum, zorla oturtulduğum, yerden kalkıp minik adımlarla ilerlemeye başladım. Hem canım sıkılmıştı hem Yavuz'la gerçekten de konuşmam lazımdı hem de kalktığım anda kimsenin umurunda olmadığımın bilincindeydim.
Ayağımın acısından dinlene dinlene yürüdüğüm üç adımlık yolun sonunda yanına vardığım kişi omzunun üzerinden olacak şekilde bana bakıp tekrardan önüne dönünce yere nasıl oturacağımı bilemeyerek ona baktım. Elbisemin eteği kısaydı. Dahası dardı da , yere oturmam mümkün görünmüyordu.
"Oturacaksın illa değil mi?" diye sordu Yavuz tekdüze bir şekilde. Kafamı salladım. Görmediğine emin olsam da bunu hissetmiş gibi ayaklandı ve saatlerdir yerde duruyor olan ceketini silkeleyip belime sardı. "Ben gidiyorum" demişti kendince edebileceği tüm yardımları edip.
"Seninle konuşmaya geldim ama ben." Yüzündeki sert ifade silinmese de olduğu yerde kaldı hiç değilse. "Kalbini kırdığımın farkındayım ama ben senin asker olduğunu nereden bilebilirdim ki?"
"Bunu konuşmaya mı geldin Nil?"
"Canım sıkılıyor."
İşaret parmağı ile burnunun ucunu erkeksi bir şekilde kaşıyıp elini uzattı bana doğru. Ne yapmam gerektiğini anlamadığım için dümdüz bir ifadeyle onu izlemeyi tercih etmiştim ben de. "Tutsana" dedi aceleci bir şekilde. "Bileğine ağırlık vermeden yere oturmanın başka bir yolu olduğunu sanmıyorum ben."
Amacını anladığım anda dudaklarım kendiliğinden olacak şekilde yukarıya doğru kıvrılmıştı. Hızlıca elini kavrayıp tüm ağırlığımı ona verdim gocunmadan. "Ellerin" demiştim aynı zamanda yüzümü buruşturarak. "Sana benim nemlendiricilerimden birini versek iyi olur, kullanırsın."
Beni umursamadan yere oturttuktan sonra hemen yanıma çömeldi. Hâlâ duymamazlıktan geliyordu. Tam tekrardan söyleyecektim ki konuşacağımı anlamış gibi "Gerek yok" cümlesini sıyırmıştı dudakları arasından. "Ellerimle gayet mutluyuz."
"Ama ben değilim." dedim öylesine. Kurduğum cümlenin farkına varınca da dudaklarımı dişlemiştim stresle, ne hadle adamın ellerine karışma cüretinde bulunmuştum onu bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MANZARAM SEN | TEXTİNG
Short StoryYavuz: Olur da bir gün heves sanmayıp, hislerininin gerçek olduğunu düşünürsen hep yanı başındayım. Yavuz: Ama beni bulman gerekecek. Yavuz: Uç yerlerde aramana da gerek yok. Yavuz: Tek kurşuna bakıyor benim hayatım. Yavuz: Yani bulduğun yer ya meza...