Bölüm 13 : Unutulmuş Geçmişin Gölgesi
Kule savaşından sonra haftalar geçmişti. Koruyucu ile karşılaşmanın ve kulenin yok edilişinin üzerinden zaman geçmesine rağmen, birliğin morali hala toparlanamamıştı. O çarpışmadan sağ kurtulanlar, şimdi sayıca az ve zayıflamış bir haldeydiler. Her geçen gün, birlikteki askerlerin yüzlerindeki yorgunluk ve bitkinlik daha da belirginleşiyor, umutları ise yavaşça tükeniyordu.
Kaybedilen hayatlar, artık sadece birer isimden ibaretti; geride bıraktıkları boşluk, birlikte ağır bir yük oluşturuyordu. Ancak bu kayıplar yalnızca can kayıplarıyla sınırlı değildi. Zihinlerde de derin yaralar açılmış, belirsizlik ve karmaşık bilgiler birliğin içinde huzursuzluğu artırmıştı. Gelen haberler, çelişkilerle doluydu ve bu da durumu daha da karmaşık hale getiriyordu.
Birlik, hayatta kalmak için mücadele ediyordu, ancak kayda değer bir gelişme olmaması, herkesin moralini yerle bir ediyordu. İçlerinden bazıları, bu belirsizliği ve sürekli artan kayıpları daha fazla kaldıramayacak duruma gelmişti. Geceleri, savaşın anıları peşlerini bırakmıyor, gün boyunca ise bu belirsiz bekleyiş onları içten içe tüketiyordu.
Aralarındaki konuşmalar artık sadece fısıltılardan ibaretti; umut yerini çaresizliğe bırakmıştı. Herkes, gelecek günlerde neler olacağına dair derin bir korku ve endişe taşıyordu. Tek teselli, hala hayatta olmalarıydı, ancak bu teselli de gün geçtikçe daha az anlam ifade ediyordu. Birlik, parçalanmanın eşiğine gelmişti ve yüzbaşı durumu düzeltmek için yeni bir çözüm bulması gerekiyordu, yoksa bu sessiz çöküş kaçınılmaz olacaktı.
Yüzbaşı, birliğin içine düştüğü bu karanlık durumdan çıkmanın yollarını düşünüyordu. Zihni, sürekli olarak yeni stratejiler geliştirmek için çalışsa da, eldeki kaynaklar ve insanlar her geçen gün azalıyor, umut ışığı giderek soluklaşıyordu. Gözlerini ufka dikmiş, derin düşünceler içindeyken, şehrin dar ve kasvetli sokaklarından yankılanan bir sesle irkildi.
Yorgun bedeniyle koşar adımlarla ona doğru yaklaşan, yaşlı adamıydı. Normalde adımlarını zar zor atan bu adamın aceleyle koştuğunu görmek, yüzbaşının dikkatini çekti. Yaşlı adamın yüzündeki coşku, sanki şehrin üzerine çöken kasvet bulutlarını dağıtıyordu. Nefesi kesilmiş, ama gözleri parlıyordu.
"Yüzbaşı!" diye bağırdı yaşlı adam, neredeyse tüm gücünü bu tek kelimeye sığdırarak. "Aedan uyandı!" Bu sözler, yaşlı adamın ağzından adeta bir zafer çığlığı gibi dökülmüştü.
Yüzbaşı, bir an için ne duyduğuna inanamadı. Haftalardır beklediği, belki de umudunu yitirdiği en iyi haber buydu. Yüreğinde bir kıvılcım parladı, belki de günlerdir ilk kez bu kadar büyük bir rahatlama hissetmişti. Aedan’ın uyanışı, birliğin kaybetmekte olduğu umudu yeniden canlandırabilirdi. Yüzbaşı, yaşlı adamın heyecanını paylaşarak ona doğru bir adım attı. Gözlerinde umut dolu bir parıltı belirdi.
Bu haber, yalnızca Aedan’ın hayatta olduğunu değil, aynı zamanda birlikteki herkesin hala bir mücadele şansına sahip olduğunu gösteriyordu. Yüzbaşı, bu değerli haberi diğerleriyle ve birlikle paylaşmak için sabırsızlanıyordu. Heyecanla yaşlı adama döndü, sesinde kararlı bir tonla, "Doren’i bul," dedi. "Surlarda olmalı. Aedan’ın yanında buluşuruz." Yaşlı adam, yüzbaşının talimatını alır almaz hiç vakit kaybetmeden Doren’i bulmak için surlara doğru yöneldi.
Doren, surların tepesinde, ormanın sınırlarına doğru dalgın gözlerle bakıyordu. Zihni, son haftalarda yaşadıkları üzerine derin düşüncelere dalmıştı. Ormanın içinden esen hafif rüzgar, yüzüne vururken, karanlık ve sessiz gecelerde sık sık hissettiği yalnızlık duygusu tekrar yüreğine çöküyordu. O anlarda, geçmişte kaybettiklerini ve gelecekte neyle karşılaşacaklarını düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dağ Kralı'nın Lanetli Toprakları
FantasíaYüzyıllar önce, insanlık büyük bir savaşın eşiğinde savrulmuş, dünya korku ve umutsuzlukla titremişti. O günlerin acıları ve kahramanlıkları, zamanın derinliklerine gömülmüş, sadece efsanelerde anılır olmuştu. Ancak şimdi, o karanlık günlerin gölges...