Sarayın terasında Subutay ile beraber oturuyordum daha doğrusu onun kucağında oturuyordum.
Beraber hem manzarayı seyrediyor hem de sohbet ediyorduk.
Tabi koskoca komutanla dans ile ilgili konuşmuyordum diplomasiden, askeri silahlardan ve farklı ülkelerin devlet anlayışından bahsediyorduk.İtiraf etmeliyim ki bu adamın bu kadar parlak bir zekaya sahip olduğunu görmek beni her seferinde şaşırtıyordu.
Benim bu konuda okuduğum kitaplardan ziyade onun kendi özgün fikirleri ve bunları savunuşu çok daha iyiydi.Büyük elini uzatıp sarı saçlarıma getirince bende gözlerimi kapattım, seviyordum bu hissi.
Gözlerimi açtığım zaman hemen önümdeydi yüzü, bakışları bana çok...
Garip gelmişti çok derin bakıyordu."Ulbina" dedi bana, ilk defa duyduğum bir ses tonuyla. Hem sex yaptığımız zamanlardaki gibi erotik hem de onunla sohbet ettiğim zamanlardaki gibi nâzik ve yumuşaktı.
Gözlerimi onun koyu gözlerinden hiç ayırmadan gülümsedim.
"Bana çok farklı şeyler hissettiriyorsun"
Yavaş yavaş kalp atışlarım hızlanıyordu. Kesinlikle söylediklerinden değil yakışıklılığından dolayıydı.
O sırada duyduğum yaklaşan adım sesleriyle kafamı arkaya çevirdim.
Hafif biraz kilolu, orta boylarda bir saray görevlisiydi bu. Ellerini önünde birleştirerek tedirgince eğildi ve "Efendim istediğiniz sandıkları getirdik. Nereye bırakalım?" Diye sordu.Subutay başıyla önümüzü işaret ederek oraya bırakmalarını söyledi. Diğer altı hizmetçide getirdikleri dört sandığı bizim önümüze bırakarak içlerini açtılar.
Sandıkta gördüklerim yutkunmama sebep olmuştu. Bir sürü değerli kumaşlar, değişik takılar ve gümüşler vardı.
Bunlar savaş ganimetleri miydi?Subutay elini çeneme getirerek kendisine dönmemi sağladı.
"Bunlar senin" dedi.
Ne! Bunları bana mı veriyordu. Burada resmen bir servet vardı. Ben bunları alıp kaçsam hayatım boyunca rahat bir yaşam sürebilirdim."A-ama bu çok fazla efendim. Bütün ganimeti bana vermeniz-"
O sırada hiç beklemedigim bir şey oldu.
Komutan Subutay güçlü bir sesle gülmeye başladı. Sadece ben değil örgü saçlı Moğollar bile dönüp birbirine anlamayan gözlerle baktılar.Bu kısa gülüşten sonra Subutay çenemdeki elini yanağıma getirip okşadı.
"Bunlar savaş ganimetinin yüzde biri kadar bile değil oğlanım" dedi.
Ne yani bir savaşta bunun yüz katı kadar ganimet alıyorsa ve ardarda onlarca savaş yaptıysa... Tanrım bu adam ne kadar zengindi.Duyduğuma göre Cengiz Han her savaş kazanıldığında ganimetlerin üçte birini savaşı yöneten komutana veriyormuş.
Ama Subutay alelade bir komutan değildi.Hâlâ gülümseyerek suratımı izleyen adama baktım, ne vardı ki bunda?
Ben hayatım boyunca kazanabileceğim bütün paraları toplasam yine bu kadar etmezdi.Subutay adamlardan birine sandıktaki kırmızı kumaşı getirmesini istedi. Eline aldığı kumaşa bakarak "İstiyorsan bugün terziye haber ver sana istediğin kumaşlardan istediğin elbiseleri diksin. Fakat, bu kumaştan özel olarak bir gecelik dikilmesini istiyorum" kulağıma biraz daha eğilerek "Benim seveceğim şekilde olsun" dedi.
Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı salladım, bu adam gerçekten çok fenaydı.
Kıyafetleri terziye vermeden önce Tanselu'yu aradım.
Lanet olsun o sexy komutan yüzünden Li'yi tamamen unutmuştum.
Hiç bir yerde onu bulamayınca odasına gitmeye karar verdim.
İçeriden tuhaf sesler geliyordu açsamıydım acaba, kulağımı kapıya yaslayıp tıklattım duyduğum seslerle az çok ne olduğunu anlamıştım.
İçeriden iki erkek ve Tanselu'nun inleme sesleri geliyordu, yüzümü buruşturarak ayrıldım oradan.Onları o halde görmek istediğimi pek sanmıyordum.
Bende müzik çalanların olduğu odaya yöneldim fakat sadece üç kız vardı burada. Derin bir nefes vererek yanlarından ayrıldım.
"Birini mi arıyorsun?" dedi arkamdan gelen bir ses.
Hemen arkama döndüm. Gördüğüm genç çocukla rahatlayarak yanıma gelmesini bekledim"
"Li'yi arıyordum nerede?"Dün akşam komutan Cebe ile beraber olmuş mudur acaba, ya istemediyse? Komutan Cebe'de buna sinirlenip onu öldürmüş olabilirdi.
"Kaçırdın. Komutan Cebe ile beraber gittiler" dedi Kolchura.
"Nereye?"
"Nereye olacak Cebe'nin kendi sarayına elbette"Demek Li dün gece o adamın isteğini yerine getirmiş olacak ki o da Li'den memnun kalmış.
"Neden senin suratın asık? Oysaki dün akşamdan beri kocan yanından ayrılmıyor" dedim hafif alayla.
Kolchura yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi fakat çok dayanamamış olacak ki eski haline geri döndü hemen."Neyin var? Kolchura" eğilip yüzüne bakmaya çalıştım.
"Önemli bir şey yok hadi bahçeye çıkalım" Ne olduğunu anlayamasam da ona ayak uydurdum.Bahçe de gölgelik bir yerde serili minderlerin üzerine oturduktan sonra Kolchura annesinin peşinde koşturan küçük bir çocuğa bakakaldı.
"Sen de mi çocuk istiyorsun?"
Genç oğlan soruma hemen kafasını kaldırarak bana baktı.
"İçini dök hadi"
Titrek bir nefes verdi Kolchura."Biliyorsun ki benim asla bir çocuğum olamaz Ulbina, ben bir erkeğim fakat kocam bir bey, onun bir varise ihtiyacı var... Hem Ubadan da çocukları en az benim sevdiğim kadar sever ama ben ona hiçbir zaman bir çocuk veremiyeceğim" dolu dolu olan gözlerini boşaltmamak için zor duruyordu Kolchura. Ha ağladı ha ağlayacaktı.
"Evet ama Ubadan seni daha çok seviyor" dedi ne ara yanımıza geldiğini anlamadığımız Tanselu.
Aslında Kolchura'yı anlıyordum. Küçük bir çocuk bir aileyi tamamlayan asıl şeydi benim için.
Neyseki ben bir erkekle bile evlensem asla Kolchura'nın ki gibi bir durumda kalmayacaktım."Hem ayrıca Ubadan'ın başka bir erkek kardeşi daha var ve o da evli yani beyliğiniz asla soysuz kalmaz. Bu yüzden kimse sana baskı kurmuyor, ki zaten kuramaz. Bey ne derse o olur"
Eğer Tanselu'nun söyledikleri doğruysa endişelenecek bir şey yoktu, tabii Kolchura böyle hissetmiyor olabilirdi.
"En olmadı evlat edinirsiniz" dedi Tanselu elini oğlanın sırtına getirerek.Bu kitap çok uzun sürmez gibi geliyor bana yirmi bölümü görmez. (sonra otuz-kırk bölüm falan oluyormuş sjsjs)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DANSÖZ (BxB)
Historical FictionDansı ile herkesi büyüleyebilen güzel bir oğlandı Ulbina. Hediye olarak gönderildiği bu Moğol sarayında bu sefer Cengiz Han'ın en güçlü komutanlarından olan aslen Türk kökenli Subutay'ı etkileyecekti.