9. (+18)

1K 94 15
                                    

Uyanmış olmama rağmen gözlerimi açmak istemeyerek üzerinde yattığım bedenin çıplak göğsüne sürtündüm bedenimin sıkıca kavranmasıyla onunda uyumadığını anladım. Kıkırdayarak uzanıp sakallı yanağa bir öpücük kondurdum.
O an Subutay dudağının sag kısmını hafifçe kaldırarak başını bana doğru döndürdü ve dudaklarımı yakalayark sıkıca öptü.

"Çok güzel bir geceydi. Sizi o kadar özlemişim ki" dedim adamın kaslı bedenine sarılarak.
"Ben de seni çok özledim" Subutay başını saçlarıma yaklaştırarak derin bir nefes çekti. Dün akşam yeterince belli etmişti zaten ne kadar özlediğini.
Dün akşam demişken...
Li?

~

Tanselu gelirken öğrendiği şeyle yürüyüşünü daha da hızlandırmıştı. Neredeydi bu çocuk?

Artık burada duramazdı o, artık Komutan Cebe'nin kölesiydi.
Az önce Komutan Subutay onu Cebe'ye hediye etmişti.
Tanselu sonunda gördüğü oğlanla hemen yanına koşup kolunu tuttu. Nefes nefese konuşmaya başladı "Nerelerdesin sen Li? Her yerde seni aradım" Li hiç bir şey demeden kıyafetlerini düzeltti "Gitmem gerek efendi Cebe beni bekler" dedi ifadesiz bir şekilde.

Genç kadın kaşlarını çattı "Onunla olmak istediğine emin misin? Eğer istersen sana yardım e-"
"Evet eminim lütfen izin ver" diyerek Tanselu'nun yanından ayrıldı genç oğlan
Giydiği mavi uzun etek yürürken beyaz bacaklarını gösteriyor yaptığı hafif makyaj ise yüzünü parlatıyordu gerçekten neredeyse bütün erkekleri baştan çıkarabilirdi bu haliyle.

Daha ziyafet Odasından çıkar çıkmaz ona haber verilmiş o da kabul ederek hazırlanmıştı.

Zaten Komutanı ne kadar etkilediğinin farkındaydı.

Önünde iki nöbetçinin bulunduğu odaya girmeden önce derin bir nefes verdi. Adamlar kapıyı açınca o da başını eğerek içeri girdi.

Komutan Cebe yatağın önünde durmuş elleri arkada birleştirmiş bir haldeyken kapının kapanma sesiyle oğlana doğru döndü. Gördüğü güzel yüzle dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu. Genelde sadece sırıtırdı. Kahkaha attığı tek an ise düşmanların başını gövdesinden ayırdığı zamanlardı.

Yavaşça oğlana doğru yaklaşarak beyaz eli tuttu ve dudaklarına götürerek derin bir şekilde öptü. Geri çekilip oğlanın yüzüne bakınca onun kendisine bakmadığını fark etti. Elini oğlanın çenesine atarak kendisine doğru kaldırdı Li'nin yüzü ifadesizdi.

"Bana doğruyu söyle istekli misin değil misin?" dedi sert sesiyle Cebe. Bunu oğlan için söylememişti aslında. İstekli olmayan bir insanla yapmak pek tatmin edici olmazdı çünkü.

Fakat oğlan beklenmedik bir şekilde kollarını adamın boynuna dolayarak uzandı ve dudaklarını adamın dudaklarına bastırıp geri çekildi "İstiyorum" dedi kısık bir sesle.

Adam yüzünde oluşan sırıtmaya engel olmadan oğlanın kıyafetlerini parçalarcasına çıkarıp onu yatağa doğru resmen attı. Bir dizini yatağın kenarına yaslayarak kendi üstlerinden de kurtuldu.

İlk olarak oğlanın boynunu öpüp yalamamaya başladı.
Li kendini tutmaya çalışsa da istemeden inledi çünkü adam aynı anda ön tarafını da okuyordu.
Oğlanın kalçalarını iki eliyle kavrayıp sıktı Cebe ve pespemde dudaklara eğilip sertçe öpmeye başladı. Li ilk defa bedenini kontrol edemiyordu. Kalçaları da bütün vücudu gibi kendini bu adama doğru itiyordu.

Öpüşmeleri gittikçe derinleşirken Li deliğinin sızladığını hissetti 'hayır, hayır bu adam için olmaz' dedi çocuk içinden fakat bir yandan da deliğini bu adamın kasıklarını sürtüyordu. Bu adamı kesinlikle baştan çıkmış bir hale getirmeliydi.

Cebe daha fazla dayanamamış olacak ki erkekliğini oğlanın minik deliğine konumlandırdı. Cidden oğlanın bakir olduğu her halinden belliydi ama bu adam ne yazık ki oğlana acıyamayacaktı. İlk önce başını sonra tamamını soktu oğlanın deliğine.
Ve çocuğun bağıra bağıra inlemeleriyle becerdi altında ki bedeni.
Adam eğilerek oğlanın zevkten aralanmış ağzına dilini sokmaya ve öpmeye başladı...
O kadar iyi hissediyordu ki Li, bunu suç olarak gördü.

.
.
.

Yavaşça yattığı yerde kollarını açarken yanında ki bedenin orada olmadığını fark etti Cebe hemen yerinde doğrulurken oğlanın dünkü kıyafetlerini baştan savma bir şekilde giydiğini ve elinde odasında bulunan kılıçlardan birini tuttuğunu gördü.
Kaşlarını çattı adam.

"Seni uykudayken öldürecektim.. ama bu bana yakışmazdı." dedi Li soğuk bir sesle.
Cebe gülerek yataktan kalktı ve sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi belini siyah bir kumaş parçasıyla sardı. "Nedenini sorabilir miyim?"

Oğlan güzel yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirip "İntikamımı almak için" dedi.
Adamın anlamadığı her halinden belli olan suratıyla devam etti. "Sen benim babamın ölümüne sebep oldun. Bende senin ölümünün sebebi olacağım" yanında ki başka bir kılıcı adamın önüne atarak gözlerinin içine baktı.

Adam bir yerdeki kılıca birde oğlana baktı onu kılıçsızda yenerdi ama o oyun oynamayı seçerek kılıcı aldı ve sordu. "Yapmadığımdan değil merak ettiğimden soruyorum baban kimdi?"

Oğlan kılıcını sıkıca tutarak "Büyük komutan Hóng tāo" dedi.

Bu isim Cebe'ye tanıdık gelmişti. Evet o adamla bir savaşa girmişti fakat daha savaş başlamadan komutan bilinmeyen bir sebeple ölmüştü. Bu sebepten ötürü Bu olay Cebe'yi şaşırttığı için az çok merak da etmişti. Hóng tāo yetenekli bir komutan olduğu için Moğollara karşı pek çok zafer kazandı fakat onun ölümü ne yazık ki bir Moğol'un elinden olmamıştı.

Li adama doğru bir hamle yapınca adam da oğlana karşılık verdi. Li'nin kılıç kullanmakta bu kadar iyi olması adamın hoşuna gitmişti. Oğlanın her hareketini gülerek savuşturuyor fakat kendisi atak yapmıyordu.
Tanrı aşkına o Moğol askerlerinin en iyi dövüşçülerindendi.

Oğlan kılıcını tam adamın göğsüne saplamak için uzatırken Cebe tek bir hamlede kılıcını düşürerek onu duvar ile arasına sıkıştırdı. Şuanda yüzü çocuğun yüzüne çok yakındı, onun tatlı nefesleri kendi yüzüne çarpıyordu.
Cebe bu halde sarhoş olmuş gibi oğlana bakarken "Babanı ben öldürmedim" dedi.

Li alaycı bir şekilde gülerek elinden kurtulmaya çalıştı ama adam onu bırakmıyordu.
"Eger elimde olsaydı onu belki öldürürdüm bu doğru. Fakat onu ben öldürmedim" Oğlan hâlâ kaşları çatık bir şekilde adama bakarken onun neden şimdiye kadar kendisini öldürmediğini sorguluyordu.
"Babanla bir meydan savaşı başlatacaktık fakat biz daha vuruşmadan babanın öldüğü haberi geldi" dedi ve sırıttı.
"Hóng tāo çok iyi bir generaldi, yetenekliydi öyle ki kral bile onu kıskanır yerine geçmesinden korkardı" Li yutkundu evet böyle dedikodular vardı, ama gerçekten şuan bu adama mı inanacaktı?

"Eğer benimle olan savaşıda kazansaydı artık onun önünde hiç kimse duramazdı kralda bunu bilerek o çadırında uyurken-" "Yalan!" dedi oğlan bağırarak. Hayır bu olamazdı yalan söylüyordu bu adam.

"Ben hayatım boyunca hiç yalan söylemedim çocuk. Babanı öldüren ben değildim. Baban elime geçmiş olsaydı bile onun gibi bir savaşçıyı öldürmezdim"

Li düşündü bu adam ona şuan niye yalan söylesin ki istese şuracıkta öldürebilirdi onu.
Az çok hatırlamaya başladı bir şeyleri Li.
Hırsı ve içinde yanan intikam ateşi onun gözünü o kadar kör etmişti ki kralın babasının başarısızlığı yüzünden onu sürgüne göndermesini hiç umursamamıştı.
Bu doğru olmalıydı çünkü sanılanın aksine babasının ölümü kralın umurunda bile olmamıştı. Li'nin asıl öldürmesi gereken kişi Cebe değil. Huan kralıydı. Bir Moğol asla savaşta komutanı öldürüp orduyuda öylece bırakmazdı fakat babası dışında bütün askerler sapasağlam geri dönmüştü.

Cebe oğlanın kendi içinde çelistiğini anlayınca kulağına doğru eğilip konuştu "Eger benim olmayı kabul edersen onun kellesini sana kendi ellerimle getiririm"











DANSÖZ (BxB) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin