Taşlı ve uzun bir yolda yalpalayarak yürüyorduk.Bayıldıktan sonra askerler beni zorla uyandırmışlardı. Ellerimi diğer esirlerle beraber bağlayarak zorla ite kaka yürütüyorlardı. Kolchura hemen önümde dalgın bir şekilde yürürken benimle aynı şeyleri düşündüğünü biliyordum.
Tanselu... Uyandığım zaman çoktan askerler yola düşmüştü bile, bende Kolchura'ya sordum fakat ne yazık ki o da hiçbir şey bilmiyordu.
Onun karnını tutarak kanlar içinde yerde kalan bedeni hâlâ gözümün önündeydi.Arkamdaki kızın yere düşmesiyle elimize bağlanan uzun ip aynı olduğu için bende hareket edemedim.
Hepimiz halsizlikten yere düşen kızın başına toplandık elimle yavaşça yanağına vurup onu uyandırmaya çalıştım ama nafile yürümeyi bırak gözlerini açmaya bile mecali yoktu kızın."Yürüyün! Ne bekliyorsunuz?" Diye bağırarak yanımıza geldi askerlerden biri.
Hepimizde epey yorgun, aç ve susuzduk.On altı yaşında olması gereken bu kızcağızda bu yüzden bayılmıştı. Daha fazla ilerleyemezdi.
Kolchura askerden kız için su istediğinde ona "Gideceğimiz yere varana kadar su mu yok! Kaldır şunu" cevabını verdi adam."Bu halde daha fazla yürümesi imkansız. Ölmesi daha mı iyi olur?" dedim. Askerde içinden söylenerek su ile dolu bir matarayı bize doğru fırlattı.
Kapağı açıp kıza suyu içirtmeye başladım.
Maalesef böyle bir durumla ilk defa karşılaşmıyordum daha öncede yaşamıştım bunları.
Şimdi tekrar bu hale düşmek...Genç kız suyu içince yavaş yavaş kendine gelmeye başladı bende mataranın içinde kalan suyu öbür kızlara uzattım.
Yakınımızda yükselen duman gösteriyordu ki artık gelmiştik.
Askerler bizimle beraber etrafında küçük çadırların kurulu olduğu büyük bir askeri çadırın önüne getirdiler.
Biz adım atar atmaz bütün askerlerin odak noktası bizdik, açıkçası korkmamış değildim ne de olsa bunlar askerdi uzun süre bir kadınla beraber olmuyorlardı. Bu yüzdende bize adeta yiyecekmiş gibi bakıyorlardı.
Bizi durdukları zaman ne taraftan geldiğini anlamadığım sarhoş gibi bir adam ve bir kaç asker bize doğru yaklaştı.
"Sarayın en güzellerini getirmişsiniz bizim için" dedi içlerinden biri gülerek bir başkası Kolchura'ya yaklaşıp elini yanağına dokundurmak isteyince Kolchura sert bir şekilde kendini geri çekilterek adamın dokunmasını engelledi.Şişman yapılı bir adam kolumu tutarak "Seni görmeden önce bir erkeği becermek isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi" diyip boynuma yaklaşacakken dizine tekmeyi geçirdim.
Yolda gelirken düşme bahanesiyle yerden aldığım ve iplerimi kesmeye çalıştığım keskin taşla adamın kafasına sert bir şekilde vurdum.
O sırada baska bir asker kılıcını çekip tam bana doğru savuracakken Kolchura önüme geçti."Dur!"
~
Komutan Subutay saraya gelir gelmez saldırıya geçen düşman askerlerinin çoğu kaçmış kalanlarıysa bir kaçı öbürlerinin yerini söyletmek için ayrılırken geri kalanı büyük işkenceler altında öldürülmüştü.
Fakat bütün bunlar elbetteki Subutay için yeterli değildi. İsyanın baş göstermesine karşın hiçbir şey yapamayan adamlarını da cezalandırmıştı.
Ama asıl dert ettiği şey başkaydı.
Çin askerlerinin bölgesine saldırıp sarayını basması değildi elbette onun derdi. Ne zamndır aklını da kalbini de meşgul eden o oğlandı tek kaygısı.Herkes onun Çinlilerin şehrine saldırmasın beklerken o şuanda sadece oğlanını nasıl kurtarabileceğini düşünüyordu.
Ubadan her ne kadar eşinin kaçırılmasından dolayı bir hayli öfke içinde olsa da hemen yanında bulunan Damir'e hitaben "Kız kardeşin nasıl?" Diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DANSÖZ (BxB)
Historical FictionDansı ile herkesi büyüleyebilen güzel bir oğlandı Ulbina. Hediye olarak gönderildiği bu Moğol sarayında bu sefer Cengiz Han'ın en güçlü komutanlarından olan aslen Türk kökenli Subutay'ı etkileyecekti.