14.

899 109 5
                                    


Ellerini önünde birleştirerek, karşısında duran adamın önünde hafifçe eğildi genç oğlan.
Cebe görmeye doyamadığı yüze bakarken küçük bir iç çekti.
Çocuğun yüzünde ise tek bir mimik dahi yoktu.

Cebe oturduğu yerden kalkarak yavaş adımlarla genç oğlanın yanına doğru yaklaştı, elini Li'nin küçük çenesine atarak hafifçe başını kaldırttı. Her ne kadar Li kendisine ifadesiz bir şekilde baksa da adamın dudakları, onun gözleriyle kesişir kesişmez kıvrıldı.
"Teklifimi düşünmüş olmalısın. Ama hâlâ bir cevap vermedin?"

Oğlan küçük bir nefes vererek kısa bir süreliğine bakışlarını kaçırıp tekrar adamın yüzüne baktı.
"Kararımı verdim" dedi Li ve adamın sorgulayan bakışlarıyla konuşmasına devam etti. "Onu kendi ellerimle öldüreceğim"

Cebe kaşlarını biraz çatarak "Yani onu sana canlı getirmemi mi istiyorsun?" Diye sordu.

"Hayır, sizden bir şey istemiyorum"

"Ne demek bu?"

"Onu kendim öldüreceğim sizin yardımınıza ihtiyacım yok" dedi çocuk kararlı bir sesle.

Cebe oğlanın bu sözleriyle sakinleşmek için derin bir nefes aldı.
"Ben onu sana getirebileceğimi söylerken neden işleri daha da zorlaştırıyorsun. Ayrıca senin gibi biri koskoca kralı öldürmeyi bırak yanına bile yaklaşamaz. Her şey bir yana benim buna izin vereceğimi nereden çıkarttın?"

Li ilk önce adamın yüzünü kısa bir süreliğine detaylı bir şekilde izledi sonraysa söylediklerini tek tek cevaplamaya başladı.
"Onu bana getirmenizi karşılığında tamamen sizin olmamı istiyorsunuz. Kralı kendim öldürebilecekken neden sizden yardım alıp köleniz ola-"

"Demek kendine bu kadar çok güveniyorsun?"

"Asıl siz beni küçümsüyorsunuz. Unutmayın ki bundan öncesinde sizin odanıza kadar girmiştim"

Cebe buna karşı kısıkça güldü ama içinde öfke barındıran bir gülüşü bu.

Evet oğlan bu dediklerini yapmıştı kendisini öldürebilmek için koynuna girmişti, aynısını o yaşlı kral içinde mi yapacaktı? Cebe böyle bir şeye asla izin vermezdi.

"Benim izni olmadan hiçbir yere gidemezsin"

"Hiç kimse beni istemedim bir yerde tutamaz. Siz bile"

Cebe ufak bir tebessüm etti. Eğilerek oğlanın sağ tarafındaki dudağı ile çenesinin altında kalan kısmı öptü. Bir süre dudağını öylece bastırarak geri çektikten sonra "Çıkabilirsin" dedi.

Ve giden oğlanın arkasından bu çocuk için ne yapacağını düşünmeye başladı.

~

Yanımda duran kızlar bana yardım ederken şuan düşündüğüm tek şey o adamdan nasıl kurtulacağımdı çadırın önündeki askerin seslenmesiyle beraber sinirle gözlerimi devirdim.

Beni buraya kıyafetlerimi değiştirmem için yollamışlardı ne de olsa uzun yoldan geldiğim için kendi kıyafetlerim toz toprak ve pislik içindeydi. Bana düz sade açık mavi bir kıyafet vermişlerdi sanılanın aksine süslü bir gecelik değil.

O sırada yanıma gelen on yedi yaşındaki Olca sakladığı küçük bıçağı çıkartıp bana uzattı.
"Elimde gelen tek şey bu" dedi.

Ona teşekkür ederek bıçağı aldım ve elbisemin altına sıkıştırdım.
Elbette durduk yere o herifi öldürmeyi düşünmüyordum yoksa sağ kalamazdım. Fakat eğer isteğim olmadan bana dokunmaya kalkarsa onu kendi ellerimle gebertecektim.

Kızlar üzgün bir şekilde bana bakarken onlara yatıştırıcı sözler söyleyerek yanlarından ayrıldım. Çadırdan çıktıktan sonra beni bekleyen askar pekte nâzik olmayan bir şekilde kolumdan tuttu beni ve büyük çadıra doğru götürmeye başladı.
Çadırın önüne geldiğimiz zaman sertçe kolumu ondan çekerek kapıyı açan askerlerle beraber içeri girdim.

Odaya girdiğim zaman o adamın yerde kısa bir masanın üzerinde duran tahta ve taşları izlediğini gördüm.
Geldiğimi fark edince başını kaldırıp gülümsedi.
"Hoş geldin. Gel, şöyle otur" dedi karşı tarafını işaret ederek.

Şaşırdığım itiraf etmeliyim, ben direk üstüme atlar sanıyordum, herhalde fazla özgüvenliyim.
Kaşlarımı çatarak karşısına geçip oturdum.
Onunla yatmaktan iyidir.

Önümüzdeki masaya bakar bakmaz bu oyunun weiqi (Go) oyunu olduğunu anladım. Oynamayalı uzun zaman olmuştu.
Benim dikkatli bir şekilde taşları izlediğimi görünce sırıtarak konuştu karşımdaki beden "Biliyor musun oynamayı?"

"Evet" dedim kısaca.
Bu oyunu annemle beraber saraydayken bizimle beraber yaşayan ihtiyar Çinli bir kadın öğretmişti bana.

"Güzel. Bende oynayabileceğim iyi bir rakip arıyordum. Bana eşlik etmeni isterim"

Başımla onaylayarak elimi beyaz ve daire şeklindeki taşlara attım. Ben hep beyaz taşla oynardım. O da siyah taşları kendi yanına çekti.

Oyuna genellikle siyah başladığı için o başladı. Sağ üst köşeye yerleştirdi ilk taşı. Tahmin etmiştim,sağ üst köşede başlamak zaten bu oyunun geleneğiydi.
Onun hamlesinden sonra işaret parmağım ve orta parmağımın arasında tuttuğum taşı seçtiğim kesişim noktasına bıraktım.

Sıra tekrar ona geçerken konuşmaya başladı "Bir yandan oyun oynarken sana kendimden bahsedeyim"

"Zahmet etmeyin kim olduğunuz beni ilgilendirmiyor"

Kısıkca gülerek hamlesini yaptı ve başını tahtadan kaldırarak bana baktı.
"İhtiyacın olacak ama?"

Hiçbiri şey söylemedim o da devam etti.
"İlgini çekmeyen adım Xiao Zhan. Hao Zhan ile kardeşim aynı zamanda Çinli asker çetelerinin büyük bir kısmı anladığın üzere benim yönetimimde" o cümlesini bitirdikten sonra hamle sırası ona geldiği için siyah taşını benim en son bıraktığım taşın hemen yanındaki kesişim noktasına bıraktı.

"Bir liderin sahip olması gereken vasıfları sahip değilsiniz ama" dedim hamlemi yapmadan önce.

"Senin gözündeki lider Subutay gibi biri mi? Aslında onunla ortak noktalarımız var. Fakat ben asla onun kadar barbar sayılmam. Eminim ki benim size saldırmamın onun saldırdığı yerlere kıyasla daha insancıl olduğunu fark etmişsindir"

Söylediği şeylerle kaşlarım alayla havalandı.
"Siz asla komutan Subutay gibi olamazsınız. Çünkü korkaksınız. Subutay asla düşmanının en zayıf olduğu anı bekleyip saldırmazdı eğer bir yere saldırı düzenleyecekse önceden haber verir karşı tarafın hazırlanmasını sağlardı çünkü onun için kolay bir galibiyet başarı değildi. Siz ise onun yokluğunu fırsat bilerek bir saldırı düzenlediniz tıpkı bir korkak gibi"

Ona bu korkaklığı konusunda hak vermiyor değildim çünkü Subutay dünyadaki bütün komutanların korkulu rüyasıydı. Bu adama daha çok şey sıralayabilirdim ama konuşmaya değer bulmuyorum onu açıkçası.

"Korkaklık demek? O halde neden hâlâ Moğol topraklarındayım, bir korkak böyle bir şeyi neden yapsın?"

"Belli bir tür korkak yapabilir bunu; korkaklığından korkan bir korkak. Siz hâlâ buradasınız çünkü Moğolların öbür yerlere kıyasla kendi topraklarında sizi aramayı akıllarına getiremeyeceğini düşünüyorsunuz. Hem bu sayede destek birlikleriniz gelene kadar zamanda kazanmış olacaksınız"

Xiao kendinden emin bir şekilde gülümseyerek oyununa devam etti.
"Göründüğünden çok daha zekisin. Bak ne diyeceğim bu oyunu daha eğlenceli bir hale getirmek istermisin? Küçük bir iddialaşma gibi?"











Go oyununu sever misiniz?
Şahsen ben bayılırım. Burada oyunla ilgili uzun uzun betimlemeler yapmak isterdim ama sıkılacağınızı düşündüğüm için vaz geçtim.
Neyse öbür bölümde görüşürüz 🤚🏻

DANSÖZ (BxB) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin