12. Ölüm Bir Ceza Değil, Mükafattır.

49 9 20
                                    

Arabayı o kadar hızlı sürüyordum ki, önüme aniden biri çıkmaz diye ummaktan başka bir şansım kalmamıştı. Her dakika hatta her bir saniye Chan'ı ölüme daha çok yaklaştırırdı ve ben buna izin veremezdim. Jisung'un dairesinin olduğu sokağa girdiğimizde otopark şifresini girerek arabayı asansöre en yakın yere bıraktım. Park etmemiştim bile. Öylece ortaya bıraktım. Yüzümü arkada sessizce oturan Alice'e çevirdim.

"Alice ben gelene kadar arka koltukta gözükmeyecek şekilde durabilir misin? Ben hemen geleceğim."

Kız hızlıca kafa sallayınca doğruca arabadan çıktım. Arabanın bütün kapılarını kilitlediğime emin olunca Jisung'un dairesine gitmek için asansöre binmiştim. Beni gördüğünde kesin korkacaktı. İşte bu sefer benden korkacaktı ama başka çarem yoktu. Chan'ın yaşaması gerekiyordu ve bunun için güvenebileceğim bir doktora ihtiyacım vardı.

Şu an Bay Bae'ye bile güvenmiyordum. Asansörün aynasından yansıyan görüntüme baktım. Aynadaki yansımam korkunç gözüküyordu. Beyaz gömleğimin her yeri kan içindeydi. Ellerim hatta yüzüm bile kana bulanmıştı. Biri beni bu şekilde görse kesin polisi arardı. Üzerimdeki gömleğin pantolonumun içinden çıkmasını sağlayarak belimdeki silahı gizledim. Jisung yeterince korkacaktı. Bir de silahı görüp gerilmesine gerek yoktu.

Kapının önüne geldiğimde gergin bir şekilde zili çaldım. Saat sabaha karşı dörttü. Jisung uyuyor olmalıydı ve tek istediğim bu kapıyı Elly değil onun açmasıydı. Birkaç saniyenin ardından tam da istediğim şey oldu. Kapı açıldı ve Jisung'un yataktan yeni kalktığı çok belli olan hali karşıma çıktı. Kahverengi saçları dağılmış, üzerinde de bir pijama vardı. Uykudan kalktığından kaynaklı kısık bakan gözleri beni görünce şaşkın bir şekilde açıldı.

"Minho, saat kaç? Barı mı kapadınız?" Uyku sersemi barda olmayacağımı da unutmuş olmalı. Zaten ben konuşamadan uykusu iyice açılmış bakışları kanlı üstüme odaklanmıştı.

"Minho sen... yani neden? Şey... bu halin ne? Kan mı o ?"

"Jisung gerçekten konuşacak hiç vaktim yok. Acilen benimle gelmelisin. Sana her şeyi anlatacağım ama ne olur benimle gel." O kadar çaresizdim ki, tek umudum bana güvenmesiydi. Onun ben bu haldeyken bana güvenmesini bekliyordum. O kadar acizdim ki başka hiçbir şansım yok gibiydi.

"Minho ne oluyor?"

"Jisung lütfen yalvarıyorum sana. Soru sorma sadece benimle gel. Her şeyi anlatacağım. Zamanımız yok."

"Şey... tamam ama bekle üstümü değiştireyim."

Telefonunu elinde tutuyordu. Bundan dolayı vakit kaybetmemek için uzanıp boşta olan elini tuttum. "Gidelim, üzerini değiştirmene gerek yok."

Tedirgin davransa da kafa salladıktan sonra ayakkabılarını giyip çıkmıştı. Asansöre bindiğimizde ben yüzüne bakamıyordum o ise bir an olsun bakışlarını benden ayırmıyordu.

"Birini dövmüş olamazsın. Bu kadar yoğun kan olmaz. Birine bir şey oldu di mi?"

Yaşananlar gözümün önünden geçince acıyla yutkundum. Şu an zaman benim için sanki normalden on kat daha yavaş akıyordu. Chan'ın vurulduğu andan onu malikaneden çıkardığımız ana kadar geçen süre saniyelerle sayılırdı. Fakat onu bıraktığımdan beri zaman akmıyordu.

"Sana diyorum cevap ver! Birine bir şey mi oldu? Doktor'a ihtiyacınız olmasa asla bana bu şekilde gelmezsin."

Bana bağırdığında bakışlarım ona dönmüştü. O sırada asansörün kapıları açılınca yanından geçerken sadece fısıltıyla "Chan." diyebilmiştim.

Hızlı adımlarla arabanın yanına adımladım. Jisung ön kapıya elini atınca kafamla arka koltuğu işaret ettim. Benim kafam fazla dalgındı. Biraz küçük kızı sakinleştirse çok iyi olurdu. Zaten Jisung da beni ikiletmeden arka koltuğa geçti. Sürücü koltuğuna oturduğum gibi arabayı çalıştırdım. Sürebileceğim en hızlı biçimde sürerken dikiz aynasından Jisung'la Alice'e bakıyordum. Sohbetlerine kulak misafiri olmadan yapamamıştım.

Kurt ve Kuzu / MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin