XI. Derinden Gelen, Yalan Yuvası

1.1K 112 101
                                    

Merhaba, nasılsınız?

Asıl olaylara, yani aksiyon kısmına diğer bölüm geçiyoruz. Tim ve Miranda'nın arkadaşları gelecek bölüm karşılaşacak.

Biraz daha zorlayacağız sınırları. Her bölüm her karakterim için sınırları daha fazla zorlayacağım:)

OY VE YORUMDA BULUNMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN!

SINIR:

OY 100 VOTE 100

Keyifli okumalar dilerim!

🍂

Kaç kış geçti, kaç yaz solup gitti yaşamım boyu. Kışında da yazında da ben hep bahar gibiydim. Yazın çiçekler açılmış meyve verirken ben yapraklarımı dökendim. Kışında dalına kar yağarken çiçek açandım. Ben mevsimine aykırı bir kızdım.

Çok eskilerden bir hikâye anlatırdı anneannem. Şimdi o kadar iyi anlıyordum ki yaşadıklarımı, anlamını çıkarıp ders ettiğim için şükrediyordum.

Zamanın birinde aynı benin başıma gelen bir hikâyenin benzeri gerçekten yaşanmış. Nenem anlatırken o kadar içime işlemişti ki, ağlardım. Nenemde sıkıca sarılır, kulağıma ninni gibi söylerdi. Hikâyeyi normalmiş gibi anlatırdı ama kelimelerin anlamı hep acıklıydı.

Çok eskiden, nenemlerin köyünde bir hâdise meydana gelmiş. O vakitler ne hastane varmış ne de sağlık ocağı. Küçük bir barakada birkaç kişi iyileştirici olarak bilinirmiş. Ormanda toplanan çoğu bitkiyle kurtulurmuş hastalıklar. Kadınlar evlerinde doğum yaparmış, bazı bebekler ve anneler öldüğünde ise eldeki imkânlar yetmediği için çaba bile sarf edemeyecek durumda olduklarından öylece yaşarsa Allah canını bize bağışladı der şükür ederlermiş, yaşamazlarsa da dünyadaki misafirliği bu kadar, kaderinde bu yazıyormuş derlermiş.

Bir gece, ne soğuk ne de sıcakmış hava. Gökyüzü kararmış, hilal görünmüş herkes kapısını kapatmış. O zamanlar hava karardığında herkes evine gider, gün ayana kadar da kimse çıkmazmış kapının eşiğinden. İki kadının, sancıları tutmuş, iki evinde yüzü birbirine bakarmış bu yüzden çığlıklar birbirine karışmış. O gece ışıkları yanan iki evde de sabah doğana kadar iki kadının acı çığlıkları hiç susmamış. Öyle acı ki, eşlerini de korkutmuş kapının ucunda ayakta dikmiş.

Bebekler doğmuş, ikisininde yanakları pespembe, gözleri kapkaraymış. Biri sarı diğeri kumral doğmuş. Lakin iyileştirici kadının kucağında olduğu için daha kimsecikler görmemiş. İki kızın anneleri de baygın babalar ise kapının önündeydi.

Bebeklerin, nefes alışverişleri normalden yavaş olduğunu fark eden iki iyileştirici de babalarına haber etmiş, barakaya götürülmesi gerekmiş. İki baba da onların peşinde telaş ve korku içinde gitmiş. Daha evlatlarının yüzünü görmeden kokusunu duymadan kaybetme korkusu yaşıyorlardı. Dillerinde duayla beklediler.

İki bebekte sedirin üzerinde yatırıldı. İyileştirildi. Ve babalarının kucağına aynı anda verildi. Yanlış olan şey şuydu ki, iyileştirici olan iki kadın da bebeklerin yerini şaşırmıştı. Doğdukların da yüzlerine bile dikkat etmemişlerdi. Bu dikkatsizlik ise iki hayata mâl olmuştu artık.

İki kız da yanlış evlerde büyüdü. Saçları altın sarısı olan kızın adı Güneş, kumral olan ise Berfin olmuş, kaderlerini yaşamışlardı. Güneş'in en büyük şansı babası ve annesiyken Berfin'in en büyük şanssızlığı anne ve babası oldu. Biri şiddetle büyürken diğeri pamuklara sarılarak büyümüş. Biri on sekizinde okuluna devam ederken diğeri evlenmiş ilk bebeğini toprağa vermişti.

İnsanlar Bazen KötüdürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin