20: "kırk iki"

451 67 61
                                    

bir tik uzun oldu🤏🏻


"Bu olmadı, değiştir ya."

Sakinlik içinde elimdeki askıyı dolabıma geri bıraktım. Sabrımın taşmasına ramak falan kalmıştı ama Barış tüm kayıtsızlığı ile oturduğu puf koltuktan dolabımdaki kıyafetleri süzüyordu.

Bir de bacak bacak üstüne atmıştı.

"Şu nasıl? Siyah deri olan?"

Dehşet içinde, gösterdiği deri cekete uzandım. "Bu mu? Yok artık."

"Ne var ya?" Yerinden kalkıp yanıma geldi ve elimdeki askıyı alıp bana doğru tuttu. Karşımızda ayna olduğu için ikimiz de yansımadan bana bakıyorduk.

"On numara oldun Allahıma." askıyı hizamdan çekip önüme geçti ve ceketi bana uzattı. "Hadi bunu giy."

"Her şeyi geçtim, seçtiğin bu şapka ile oldu mu sence o ceket?"

Kabus gibi olmuştu ama o inanılmaz göründüğümü düşünüyordu ki şapkaya ikinci defa bakma gereği bile duymadı.

"Harika oldu işte."

Gözlerimi devirerek elindeki askıyı çektim ve yerine astım. "Yok üşürüm bununla."

Üşümezdim. Ama başka şekilde vazgeçmeyeceğini hissettiğimden mecburen bahane sunmuştum. O katır inadıyla bana o ceketi giydirir soytarı gibi gitmeme sebep olurdu. Dudak büzüp tekrar koltuğuna ilerlediğinde ben de dolaba döndüm.

Maç merasiminden sonra evde yemek olmadığı için ve Barış da hayvan gibi aç olduğunu söylediği için dışarıdan yemek sipariş etmiştik. Pablo ve Lila'nın masanın altındaki yemek nöbetleri eşliğinde karnımızı doyurduktan sonra koltuğun bir tarafına o bir tarafına ben kurulmuştum ki onar dakika aralıklarla telefonlarımız çalmıştı. Derya, bir kaç saat sonra İstanbul'da olacağını söylemişti ve buluşmamızı istemişti. Aşk bekler iş beklemez diyerekten mecburen kabul etmiştim. Zaten Barış'a da bir grup mesajı gelmişti antrenörü tarafından, acil bir toplantı için bütün takımı çağırmıştı. Sebebini henüz bilmiyorduk ama Barış yarın akşam oynanacak olan Antalya maçı için diyordu. Şaşkınlığımızın sebebi ise Barış'a bir hafta izin vermiş olmalarına rağmen şimdi çağırıyor olmalarıydı. Neyse görecektik.

"Bunu giyeceğim ve artık bir bahane bulmayacaksın. Geç kalıyorum ya senin yüzünden."

Bej rengi kabanımı çıkardığımda memnun gibi görünmese de üstüme giydiğimde yüz ifadesi değişti. Değişmese de umrumda değildi artık vallahi şişmiştim.

"Bahane mi? Ben mi? Rabbim herkesi iftiradan saklasın. Özellikle kuru iftiradan."

Gözlerimi son bir saatte bininci defa devirip kısa topuklu botlarımı almak için ayakkabı dolabına ilerledim. O esnada da Barış ayaklanıyordu. Ayaklarımın önünde çoraplı ayaklarını görünce başımı yukarı kaldırdım. Tepemde, kollarını bağlamış dikiliyordu ve tam bir saat önceki surat ifadesiyle bana bakıyordu.

Tekrar aynı mevzuyu açarsa yeter diye bağıracaktım artık.

"Ne zaman geleceksin?"

Derin bir nefes alarak ayakkabılarımın fermuarını çekip doğruldum.

"Bilmiyorum Barış. Haberleşiriz dedik ya canım."

Kaşları çatıldı. "Benim işim en fazla iki saate biter."

Ne yapayım ama ya?

Onu da mı çağırmamı bekliyordu anlamamıştım ki. İkimiz de bugünü evde takılırız diye planlamıştık ama öyle olmamıştı işte ve resmen bir saattir dolaylı yoldan bu konuda söyleniyordu. Okan Hoca çağırdığı için veya çalışacağı için değil, o konuda çok heyecanlanmıştı, benim işimin ne zaman biteceği belli olmadığı için.

Laz Öküzü | BAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin