Hepinizin Ramazan(fıtır) bayramını kutlarım. Mübarek olsun. Allah oruçlarımızı kabul buyursun. Size bayram hediyesi olarak yeni bölümü erken paylaşıyorum. Yarın da 2.bölümü paylaşacağım. Küçük bir bölü(Bu arada duyurumu da yapayım. Bir hafta sonra inşallah, romanım resmi olarak haftalık olarak yayınlanmaya başlayacak Allah'ın izniyle. ;) )
___________________________________
Büyük bir toz bulutu çevreye öyle yayılmıştı ki iki tarafta bir süredir hareketsiz durmak zorunda kalmıştı. En ileri teknolojik miğferin bile işe yaramadığı bu toz bulutuna sebep gizli mayınların patlaması veya düşürülmüş savaş gemileri değil; gezegenin olağan iklimiydi. Yemen, sayısız yüksek dağlarla kaplı, %80'ni çöl iklimi olan bir yerdi. Bu yüzden de sık sık kum fırtınalarına rastlanıyordu, özellikle de yılın bu zamanları.
Altan gözlerini sımsıkı kapadı. Şu durumda gözlerini açmak -her ne kadar görme yeteneği herkesten daha iyi de olsa- akıllıca bir hareket değildi. Hatta derin nefes almak bile akıllıca değildi. Askerlerine imrendi. Taktıkları miğferler, onlar için oksijeni temizliyor; gerekirse yedek oksijen tüplerini devreye sokuyordu. Kendisinde ise değil miğfer, zırh bile yoktu. Giymesi yasak olduğu için değil elbette ama hareketlerini oldukça kısıtlıyordu. Kısıtlanmış bir beden savaş ortamında güçlü ama hantal bir silah gibiydi. Onun gibi birçok elementer de giymemeyi tercih ediyordu.
Eun tarafından dürtülene kadar sabırla bu fırtınanın dinmesini bekliyordu. "Nasıl oluyor da tüm bu teknolojiye rağmen doğa karşısında bu kadar çaresiz kalıyoruz?" Çırağını görmese de onun da sımsıkı gözlerini kapamış olduğunu biliyordu. Ne de olsa söz konusu dövüşürken rahatlık ise o da bu konuda sonuna kadar kendisine destek veriyordu. Altan gülümsedi. "Biz zeki canlılar, istediğimiz kadar teknolojimizi geliştirelim, sonuç asla değişmez; doğayı yenemeyiz."
"O zaman insanlar sanıldığı kadar zeki değil?"
"Mesele zeki olup olmamak değil, Eun. Güçlü olmamak. Bazılarımız bunu idrak edecek kadar zeki."
Fırtına yavaş yavaş dinmeye başlayınca, Altan da çevresini, nispeten, daha rahat görür oldu. Bölücülerin askerlerini göremiyordu. Gözlerinden ziyade kulaklarına odaklandı. Gerçekten de yoklardı. Nasıl oldu da onların çekildiğini duymamıştı? İçinden lanet okudu. Çevresinde onlarca askeri araç vardı. O kadar sesin içinde hangisi hangisine ait seçememesi onun suçu değildi ya? Düşman ordusu ağır darbe almıştı almasına ama tamamen kaybedecek noktaya, henüz, gelmemişti. Altan denize doğru döndü. Aralarında birkaç yüz metre olsa da Umman denizindeki garip hareketlenmeleri hissedebiliyordu.
Umman denizi doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Yemen'in sahip olduğu tek denizdi. Bunun dışında %20'lik bölgeyi kapsayan göller ve nehirler vardı. Zaten yaşam da sadece bu %20'lik kısımda mevcuttu. Altan ve askerlerinin yapmaya çalıştığı ise, Bölücülerin Ordusunun buraya, başkent San'a'ya ulaşmasını engellemekti. Altan arkasına baktı. Birkaç kilometre ileride vaha gibi duran güzel şehri görebiliyordu. Genel olarak tarım ve hayvancılıkla uğraşan Yemen'i özel kılan şey, tuz havzaları değil; yakıt havzalarıydı. Lakin o da ekonomilerine %10 gibi çok da büyük olmayan bir katkı sağlıyordu. Yine de savaş zamanlarında en ufacık bir katkı bile can nefesi olur, akbabaların üzerine uçuşması için yeterde artardı bile. Yine de Altan için bu gezegenin asıl değeri taktiksel konumuydu. Başkente ulaşmak için atlama taşı gibi kullanılabilecek olan Yemen'in bu açıdan da önemli bir değeri vardı. Yine de başkente ulaşmak için başka yollarda vardı. Buradaki kayıplar tüm bunlara değer miydi, bilmiyordu.
Altan, "Çabış?" diye seslendi. Yeşil-kırmızı renkli zırh ve miğferi ile çabış öne çıktı. Altan ve çırağından sonra en yetkili kişiydi. "Emredin, efendim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELEMENTER SAVAŞLARI - Son Hüküm-
Science FictionBinlerce yıldır, beş elemente hükmeden Elementer Savaşçılarının kadim günleri artık geride kalmıştır. Bin yıldır sadakat ile hizmet ettiği Galaktik Birliğin varlığı tehlikeye girince, elementerler de buna kayıtsız kalmayacaktır, lakin düşmanın arkas...