TaehyungSabahın erken vakti kapadığım gözlerimle uyuyakaldığımı fark ettim. Ağrıyan sırtım ve boynumla yüzümü ekşiterek doğruldum. Camları kapattım ve bir tava çıkartıp yumurta kırdım. O aklıma geldiğindeyse sadece iyi olduğunu umdum. Yumurtamı yedikten sonra evi toparladım ve ardından dışarı çıkıp sahile yürüyüşe gittim. Üstümde gri bir tişört vardı ve su olana kadar koşmak istiyordum.
Kulaklığımı takıp arkadan çalan rock müziğiyle hızla koşmaya başladım. Elimde sadece bir su şişesi vardı. Değişen müzikle bir anda anılarım canlandı. Jungkook'la gittiğimiz bir metal barda bu şarkı çalıyordu ve biz deli gibi sevişiyorduk...
Hafifçe gülümsedim ve koşmaya devam ettim. İyice yorulduğumda kolumdaki saatten adım sayısına baktım ve bir banka oturdum. Suyumdan yudumlayıp kalanı eğip kafama döktüm, saçlarımı karıştırıp geri atarak soluklandım.
Jungkook'la birlikte olup onu bıraktığım günden beri aklım ondaydı. 1 hafta oldukça zor geçmişti. İşlerle kendimi sürekli meşgul etmeye çalışıyordum. Neyse ki büyük bir iş almıştım. Japonya, Miyazaki benim sevgili, küçük kaçamak yerim. Japonya'daki işlerim için uçak biletimi almış ve sabah erkenden Japonya'ya uçmuştum. Silahı nasıl götürdüğümü soracaksanız, bunu da işi isteyen adam halletmişti.
Uçaktan indikten sonra yavaşça havalimanından çıkmış ve bir taksiye binip kalacağım otelin ismini vermiştim. Japonca ve çat pat İngilizce biliyordum ve bu, hayatımı devam ettirmeye yetiyordu. Otele girdikten sonra adamla önce telefonda iletişim kurmuş ardından lobide buluşmuş ve dosyayı bilgisayar çantamdan çıkartıp açmıştım. Pekala, bir yakuza yemeği.
"Üç kişi gelecek," dedi adam. "1.85 boylarında sarışın bir adam, Japon bile değil, hemen anlarsın."
"Pekala, fiyatta anlaşmıştık." dedim.
"Evet, yarısını gönderdim, yarısı da tamamlandıktan sonra." diye yanıtladı adam.
"Hadi ya, sen mi koyuyorsun kuralları? İş saatine kadar para tamamlanmazsa o tüfekten tek bir mermi bile çıkmaz." diyerek onun yanından ayrıldım ve büyük otelde dolanmaya başaldım. İçecek bir şeyler alıp odama çıkacaktım.
Oğlumu temizlemeye başladım. İş yarın akşam olduğundan, bugün biraz sokaklarda dolaşacaktım. Planım zaten hazırdı, sadece gerçekleştirmesi kalmıştı.
Bir bara geçerek biramı yudumlamaya başladım. Ortamın gürültüsü, müzik ve insanların konuşmaları arasında kaybolurken, düşüncelerim Taeyong'un teklifine ve yeni ortaklığımızın olası sonuçlarına kayıyordu. Minho'ya, bana bir sorun olursa yazmasını söylemiştim. Barda bir sorun çıkmazdı zaten, Jungkook bir şry yapmadıkça. Kendimi bir süre daha bu düşüncelerle oyalarken, yanıma yaklaşan biri dikkatimi çekti.
Başımı kaldırdığımda, karşımda yüzü uzun, keskin hatlara sahip Japon bir herif duruyordu. Gözleri derin ve anlamlıydı, sanki karşısındaki kişiyi hemen çözebilecekmiş gibi bir his veriyordu. Saçları koyu renkte ve dağınık, ama bir o kadar da düzenli görünüyordu. Tipik bir Japon tipi vardı ama yüzündeki ifade, sıradan biri olmadığını gösteriyordu.
"Selam." dedi çocuk. Sesinde hafif bir tını vardı, sanki kendinden emin ama aynı zamanda nazik bir şekilde konuşuyordu.
"Selam." dedim, gözlerimi ondan ayırmadan. Bu kadar dikkat çekici bir yüzle, onu daha önce nasıl fark etmediğimi düşündüm.
"Yuta ben." diye kendini tanıttı. İsmi bile egzotik ve etkileyiciydi, tıpkı kendisi gibi.
"Taehyung," dedim. İsmimi söylerken, onun hakkındaki merakım daha da arttı. Bu kadar yabancı bir yerde, bu kadar tanıdık hissettiren biriyle karşılaşmak tuhaftı.