Dışarda bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağıyordu. Şehrin üstüne toplanmış öfkeli gri bulutlar gürlerken rüzgar da onların öfkesine eşlik ediyordu. Yağmur damlaları eğik bir düzlemde mermi misali şehrin üstüne düşerken insanlar bu ani yağmurdan kaçışıyorlardı. Yağmur damlalarının derisinde yırtıklar açıp yüzeyinde küçük halkalar oluşturduğu deniz de acısıyla sinirlenerek sahile vuruyordu. Şehirde kasvetli bir hava hakimdi.
Sahildeki bu curcunanın aksine sakinliğini koruyan birisi vardı. Sahildeki beton yoldaki bir bankta oturup elini yağmurluğunun cebine koydu. Kahverengi dalgalı saçları, yağmurluğu ve kot pantolonu sırılsıklam olmuştu ama bundan etkilenmişe benzemiyordu. Saçlarının arasından süzülüp yüzüne, ordan yağmurluğuna akan damlalar onu rahatsız etmiyordu. Kahverengi gözlerini boş bakışlarla sahile koşan dalgalardan ve kızgın denizden ayırmadı yaklaşık bor saattir. Yüzünde, kafasındaki karmaşayı ele vermeyecek donuk, duygusuz bir ifade vardı.
Küçük bir hatıra geldi gözlerinin önüne. Yağmurlu bir gün, yatağının yanıbaşında annesi. Gök gürültüsünden korktuğunu bildiği için yanına gelmişti masal okumak icin. Narin ellerini onun kahverengi saçlarında şefkatli dokunuşlarla dolaştırıyordu.
"Bulutlar öfkeli. Etrafta yine o bilindik hava. Gecenin sessiz şarkısına eşlik eden orman perileri de evlerinin sıcaklığına sığınmış. Camlara vuran damlaların ötesindeki odada yine o bilindik sessizlik...Haydi uyu Kamelyam. Benim narin çiçeğim..."
Kafasındaki o çığlık çığlığa düşüncelerden bacağının titremesiyle sıyrıldı. Ağladığını da gözünü kırpıştırıp da gözlerinin yanmasıyla farketti. Beceriksizce gözlerini ovuşturup cebine uzandı. Ekranda babasının ismini görünce telefonu tamamen kapattı. Düşüncelerinden sıyrılmış olmamın etkisiyle soğuğu yeni yeni hissediyordu. Yerinden kalktı ve dinmiş yağmuru fırsat bilip hafifçe gerindi ve sağa dönüp uyuşuk adımlarla yürümeye başladı.Sahilin taş zemininde ara ara önüne gelen küçük çakıl taşlarını ayağının ucuyla uzağa fırlatıp onların hızla ondan kaçışını izledi. Bir süre daha çakıl taşlarına şiddet uygulayıp onların kendisinden kaçışlarını izledi Sıkıldığı için bulutların arasından gülümseyen güneşin ve sakinleşmiş olan denizin çağrısına kulak verip deniz kenarına inmeye karar verdi.
Kumsala inince converslerini çıkarıp baş ve işaret parmağının ucuna iliştirdi. Pantolonun paçasını da yukarı doğru sıyırıp hem en büyük korkusu hem en büyük sevdası olan denize yaklaştı. Ayağının altından kayıp giden kum bir süre sonra yerini, sanki bir saat önce delirmişçesine sahili döven dalgalar kendileri değilmiş gibi süt dökmüş kediye dönen dalgalara bıraktı. Kıyı şeridi boyunca denizle kumsalın birleştiği sınırda, ara ara ayağına vuran dalgalara aldırış etmeden ıslak kumda yürümeye devam etti. Bakışlarını önündeki kum ve üzerinde güneşin ışıldadığı sakinleşmiş olan denizin arasinda götürüp getirdi.
Ayağına sert birşeyin çarpmasıyla bakışlarını önüne çevirdi. Başparmağının hafifçe ağrımasına aldırış etmeden eğilip ayağının çarptığı şeyi eline aldı. Bu bir avuç genişliğinde, ahşap, üzerinde ve yanlarında garip semboller bulunan kilitsiz bir kutuydu. Kutunun bir sahibinin olabileceğini düşünüp gözlerini etrafta gezdirdi. Ama kimse yoktu. Zaten ıslak kuma gömülü bir şekilde bulduğunu da göz önüne alınca denizle sürüklenip gelmis olabileceğini düşündü. Sonra bakışlarını tekrar kutuya çevirip yavaşça açtı. Içinde kutunun kapağının üstündeki sembolle aynı sembole sahip bir kolye buldu. Kolyeyi alıp yavaşça elinde incelerken denizden gelen tuhaf bir rüzgarla irkilip denize baktı. Ama deniz olması gereken yerde atlı ve yaya bir sürü miğferli kılıçlı askerler vardı. Kalkanlar, oklar kılıçlar, savaşan miğferli, pelerinli bir sürü insan...Dehşetle açılan gözlerini ordan ayırıp etrafta gezdirdi ve her yerde aynı manzarayla karşılaştı. Bir savaşın ortasındaydı. Sonra gökyüzünden yükselen tiz bir çığlık sesiyle kafasını kaldırdı ve üzerlerinde siyah pelerinli insanların olduğu ejderha büyüklüğünde devasa kartala benzer kuşları gördü. Bir tanesi kafasının üstünde daireler çizip yavaşça alçaldı. Kanelya korku dolu gözlerini devasa kartalın kırmızı gözlerine dikerek gerilemeye başladı. O sırada devasa kartalın üstünden siyah pelerinli, soluk tenli, siyah saçlı biri kendinden emin hareketlerle indi. Elini belindeki kılıcını kabzasına koyarak yüzünden kendinden emin bir sırıtışla gerilemekte olan Kamelya'ya doğru yürüdü. Ukala gülümsemesi yüzünden silinmeden konuşmaya başladı:
-Bakın burda kim varmış!
Kamelya korkudan titreyen sesini engelleyemedi:
-Kim..kimsiniz? Be..benden ne istiyorsunuz? Burası neresu?
Adam durdu. Bir anda etraftaki savaşın gürültüsü uğultuya dönüştü ve hemen ardından tüm sesler kesildi. Sadece görüntüler vardı. Tam o esnada az önceki adamın sesi böldü sessizliği:
-Korkmayın majesteleri! Burası sizin krallığınız.
Daha sonra yüzündeki gülümseme silindi ve buz mavisi gözleri nefretle Kamelya'ya dikilirken kollarını iki yana açtı:
-Cehenneminize hoşgeldiniz!
Tam o anda etrafa kulağı sağır edecek kadar yüksek ve dehşetli bir çığlık doldu. Kolları iki yana açık bir şekilde duran adamın arkasından yükselen dev kartalın kanatları Kamelya'nın baştan sona titremesine sebep oldu. Çok geçmeden kartal, vahşi hayvanları andıran kafasındaki korkuncç kırmızı gözlerini Kamelya' ya dikti ve geniş pençeleriyle Kamelya' nın üstüne uçtu. Kamelya çığlık atarak geriye doğru gitti ve tökezleyip yere düştü. Bir yandan da bir elini kaldırıp kendine siper etti. Yere düştüğünde çığlık sesi önce yankı halini aldı daha sonra kısık bir uğultuya dönüşerek öbür tüm seslerle birlikte bir iki saniye içinde yok oldu.
Kumun nemli hissini algılayınca eli, gözlerini açtı.Korkudan durmuş olan beyni gerçek dünyayı yavaş yavaş algılamaya başladı.Herşey aynıydı.Güneş,kumsal,dalgalar...Ne garip bir hayaldi az önceki!
Belki de gerçekten o kazadan sonra farketmeden psikolojisi bozulmuş,kafayı sıyırmıştı. Babasının sürekli dile getirdiği gibi bir doktorun desteğine ihtiyaç duyuyordu belki de. Sonra kendi içinden hırsla:"Deki değilim ben! "deyip kafasındaki bu saçma düşünceleri kovaladı. Yerden kalktı ve üstünü silkeledi. Aynı zamanda kendi kendine söyleniyordu:"Gece saat dörde kadar korku filmi izleyip uyumazsan olacağı budur!"
Kafasında bir sürü düşünce ve az önceki hayalin vermiş olduğu adrenalin hissiyle titreyen yorgun adımlarını sürüye sürüye sahilden ayrılıp durağa ilerledi. Çok geçmeden gelen servise binip cam kenarındaki bir yere oturdu. Yorgun başını otobüsün buğulu camına yaslayıp gözlerini kapadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YASAK DİYAR EFSANESİ
Science Fiction"Ağaçların arasından sıyrılıp onların yapraklarıyla oynaşan rüzgar, sessizce olacakları bekleyen insanların gergin yüzlerini yavaşça yalayıp geçti.Nefret ve öfke dolu bulutlar, olacaklara tanık olmak için biraraya gelirken beraberlerinde ölüm kokan...