"Böylesine yüce bir şeyin kırılması,
Daha büyük bir çatırtı yaratmalıydı şu dünyada..."
Kahverengi, dalgalı saçlarını topuz yapmış genç kız, kaşları konsantrasyonla çatık, masasındaki kaç yüz yıllık el yazmasını okurken, Greentown Şehir Kütüphanesi'nin çalışma salonuna sızan güneş ışığı akşamın yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu. Hermione, Antonius'un ölümünün ardından baş düşmanı Oktavius'un dillendirdiği birkaç dizeyi daha defterine kopya ettikten sonra durdu ve ağrımaya başlayan sırtını dikleştirirken derin bir nefes aldı. Neredeyse dört saattir çalışıyordu, galiba bugünlük de bitirmenin vaktiydi. Okumadığı çok az bir kısım kalmıştı. Bir oturuş daha ve sonra tezi için topladığı bütün verilerin sonuna gelmiş olacaktı.
Kitabı yavaşça kapatırken, kahverengi gözleri girişe yakın masadaki adamı buldu. Hermione kütüphaneye geldiğinde Snape çoktan her zamanki yerinde oturmuştu, hâlâ da yazıyordu. Hermione onun günde kaç sayfa yazdığını merak etti bir an. Ama eğer bunu sorarsa Snape herhâlde onu camdan falan atardı. Gerçi belki atmazdı...
Hermione, farkında olmadan kalemini dişlerken kendi kendine hafifçe sırıttı. Bir önceki günün sabahı Severus Snape'in evinde uyanmış olduğu gerçeği içini on iki yaşındaki bir kız çocuğu gibi kıpır kıpır yapıyordu. Ve koca kız olduğundan utanmasa, aklına geldikçe kıkırdayabilirdi. Neyse ki terbiyeli bir genç hanımdı.
Moralini düzelten tuhaf tesadüften sonra, şimdi Snape hakkında daha umutluydu. Tamam, ilk iki konuşmalarında ona berbat davranmış olabilirdi, ama sonra kendisi bizzat gelip Hermione'yle konuşmuştu. Buna daha ziyade bir tür satranç denebilirdi gerçi, ama teknik olarak yine de konuşmaydı sonuçta. Zekâsı sınanmış da olsa, Hermione onun kendisiyle Shakespeare üzerine konuştuğunu unutmazdı. Ve hemen sonrasında, gece bar çıkışı umutsuzca sarhoş ve zavallı hâldeyken Snape onu neredeyse arabasıyla eziyordu. Ezmemişti, ama onu orada bırakmak yerine eve götürmüştü. Evine. Hermione kendi kendisine, bunun bir tür işaret olabileceğini düşündü. Bütün o tesadüfler... Severus Snape'i uzaktan da olsa tanıyordu Hermione, satır aralarını okuyacak kadar zeki olan herkes onun kapalı bir kutu olduğunu bilirdi. Ama o kapalı kutuda ne vardı? Kendisinden imza isteyen hayranlarını ağlatacak kadar acımasız ve kendini beğenmiş bir yazar mı; kütüphanede oturup Shakespeare sohbeti yaptığı genç kızı sarhoşken evine alan yardımsever ve zeki bir yazar mı? Şu bir gerçekti ki; eğer Hermione Granger'ı biraz tanıyorsanız, onun o kapalı kutuyu açmadan huzur bulmayacağını bilirdiniz.
Hermione, kararlı ve kendinden emin bir şekilde masasından kalktı, Antonius ve Kleopatra elinde, yavaş adımlarla girişe yakın masaya, Snape'in masasına ilerledi. Genç adamın onun ayak seslerini duyduğunu biliyordu. Elinden geldiği kadar gürültülü, onun tam karşısındaki sandalyeyi çekti ve kitabı da yayarak masaya oturdu.
Severus Snape'in defterine eğili yüzündeki kaşlar çatılmıştı, bu onu birazcık yırtıcı bir kuşa benzetiyordu, ama onun dışında, genç kızın karşısına oturduğunu bildiğine dair bir belirti göstermedi. Hermione boğazını temizledi.
Siyah saçlı, keskin yüz hatlarına sahip adam, yazmayı bırakırken başını ağır ağır defterinden kaldırdı ve kara gözlerinde bıkkın bir ifade, genç kıza baktı.
"Size beni bir daha rahatsız etmemenizi söylediğimi sanıyordum, Bayan Granger. Yoksa alkolün beyin hücrelerinize verdiği zarar hafızanızda problem mi yarattı?"
"Ah." Hermione kayıtsızca ona baktı. "Beyin hücrelerim gayet sağlıklı, Bay Snape. Sadece, gerekli bulmadığım uyarılara uymuyorum."
Snape bir an ona baktı, sonra pes ederek iç çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kütüphane
FanfictionHermione Granger, bir gün gittiği kütüphanede, hayranı olduğu ünlü yazarla karşılaşır. Not: Bu hikaye, 2013 yılında yazılmış olup daha önce başka sitelerde de yayımlanmıştır. Bu hikayeyi başka isimlerle yayınlayanlara lütfen itibar etmeyiniz.