Bölüm 10: Şah Hâlâ Tahtada

852 53 27
                                    

Shakespeare'in Eserlerinde Roma Tarihinin Etkisi.

Tez konusunu doğrudan tezin adı yapmak, en amatörler için bile kötü. Sildi.

Shakespeare ve Roma.

Binlerce muadili var. Sildi.

İmparatorluk ve Şair.

Fena değil, diye düşündü. Ama sanki biraz daha özele inse...

İmparatorluğun İzinde Bir Şair.

Romantik. Kendi kendisine yüzünü buruşturdu. Her şey tamamdı da, iş uygun bir başlık bulmaya gelince tıkanıp kalmış gibiydi. Gözlerini yumup başını sandalyesinde geri yaslarken, Snape olsa ne yapardı diye düşündü. Ya da, McGonagall'ın deyişiyle, Severus. Kahverengi saçlı genç kız kapalı gözlerini açmadan gülümsedi istemsizce. Severus... Ona öyle hitap etmenin hayali bile içini ısıtmaya yetiyordu. "Severus olsa ne yapardı?"diye sordu kendisine, zihnini şımartarak. Evet, içinden ona Severus demesinde bir sakınca yoktu herhâlde. "O olsa buna ne isim verirdi?"

Birkaç saniyelik düşünmenin ardından, farkına vardığı şeyle, gözlerini aniden açtı. Kafasının içinde bir ses, Snap-Severus'unkine benzeyen bir ses, atladığı bir ayrıntıyı açığa sermişti: Shakespeare'i Roma tarihine çeken neydi?

Sanki cevap dilinin ucundaymış, çok barizmiş gibiydi ve Hermione, hatırlaması gerekeni hatırlayamadığı bir sınavdaymışçasına kaşlarını çattı, kendisini sıkarak yoğunlaşıp cevabı bulmayı denedi. Neden? Neden Shakespeare, Roma tarihinden etkilenmişti?

Yavaşça, zihninin yüzeyine bir isim süzüldü. Paralel Yaşamlar. Shakespeare'i asıl etkileyen şey, bu kitaptı ve Jul Sezar'ı, Antonius ve Kleopatra ile Coriolanus'u buradan esinlenerek yazmıştı. Büyük hayatların öyküsünü. Onu çeken tarih değil, kişilerdi. Roma değil, Romalılar. Büyük Romalılar.

Büyük Romalıların Şairi.

Ellerini klavyeden çekti ve hoşnutlukla başlığına baktı. Evet, bu güzeldi.

Hermione iç çekerek bilgisayarını kapatır ve ayağa kalkarak odanın penceresine doğru giderken, kaslarının tutulduğunu hissediyordu. Ama mutluydu, yorgunluğu had safhada da olsa, nihayet tezini yazmayı tamamlamıştı. Snape'le yaptığı sohbetten ve McGonagall'la konuşmasından sonra, o gün akşam çalışmaya başlamıştı ve tam üç haftadır, neredeyse hiç dışarı çıkmadan, arada bir mola vererek yazmaya devam etmişti. Elbette daha kontrol edilecek, değiştirilecek çok kısmı vardı ama kabaca, temeli hazırdı ve Hermione müthiş bir tatmin hissediyordu.

Pencerenin önünde durup camı açtı ve temiz havanın yüzüne çarpışıyla derin bir nefes aldı. Yarın ilk işi, yazdığını Profesör McGonagall'a götürmek olacaktı.

Camı kapatarak gidip tekli koltuğa otururken üç haftadır görmediği adamın tekrar aklına gelişine engel olamadı. Aptalcaydı belki, belki buna hakkı da yoktu, ama onu özlemişti. Kısa süreliğine de olsa hayatında oluşuna öyle alışmıştı ki, onun ünlü bir yazar, kendisinin de sıradan bir öğrenci olduğunu unutmuştu adeta. Ama son konuşmalarından sonra, onu tekrar görmek için bir bahanesi kalmamıştı ve Hermione de görememişti. Üç haftadır defalarca kez yaptığı gibi, telefon numarasını ne yapıp edip almadığı için kendisine kızdı. Gerçi alsa da arayabileceğinden emin değildi, ama kim bilir? Acaba şimdi çıkıp evine gitse, Greentown'da okuduğunu neden hiç söylemediğini sorsa... Severus muhtemelen onun yüzüne kapıyı çarpardı, zaten Hermione de öyle cüretkârca insanların geçmişini deşebilen biri değildi ki.

Günlerdir odasından çıkmadığı için bu kadar umutsuz olduğunu bildiren beynine itaat ederek, bugün biraz dışarı çıkıp hava alması gerektiğini düşündü. Belki Ginny'yi aramalıydı ya da Luna'yı ya da Harry'yi... Ya da belki tek başına yürümek iyi fikirdi. Kesinlikle iyi fikirdi.

KütüphaneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin