Hermione kendini hiç bu kadar aptal hissettiğini hatırlamıyordu. Ne beklemişti ki? Ne ummuştu? Baş başa bir akşam yemeği... Severus Snape'le? İçinden kendi aptallığıyla dalga geçip acı acı güldü. O kimdi ki Snape onunla yemeğe gitmek istesin? Her şey tez içindi-neden bu kadar önemli olduğunu anlayamadığı lanet tezi için... Snape'in, onun çocukça hislerinden haberi bile yoktu muhtemelen-aklının ucundan bile geçmemişti. Fark etse ne olacaktı ki sanki, ona mı bakacaktı? Ginny haklıydı. O koskoca ünlü bir yazardı, Hermione'yse sıradan bir öğrenci. Üstüne çöken umutsuzlukla, Snape ve McGonagall'ın konuşmalarının hiçbirine kulak vermeyerek masada otururken, telefonunu çıkarıp belli etmeden Ginny'ye bir mesaj yazdı.
Haklıydın.
Sonra telefonunu kapattı ve göz pınarlarına biriken yaşları geri göndermeye çalışarak derin bir nefes aldı. Kendini daha fazla küçük düşürmenin âlemi yoktu.
Gülümseyerek, karşısında oturan ikiliye baktığında, McGonagall tam da Snape'in hâl hatır soruşuna verdiği cevabın sonuna gelmişti. Cümlesi bittiğinde, onlara bakan Hermione'yi fark etti ve sanki onun varlığını unutmuş gibi şaşırarak gülümsedi.
"Ah, Hermione. Sanırım şu an kafan epey karışık, değil mi?"
Masaya oturalı beş dakika geçmiş ve henüz garson bile gelmemiş olsa da Hermione içinden onun kendisini ancak hatırlamasına sinir oldu. McGonagall her zaman onun idollerinden biriydi ve sevgisi, saygısı sınırsızdı-bu akşama kadar. Şimdiyse bütün güzel hayallerinin içine Pamuk Prenses'in cadısı gibi dalan yaşlı kadına avaz avaz bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Kare gözlükleri ve gül kurusu rengi şalı dahil onun her ayrıntısına karşı nefretle dolmuştu.
"Evet."dedi Oscar'lı oyunculara taş çıkartan bir kibarlıkla gülümseyerek. "Açıkçası, epey karıştı."
"Size Profesör'ün de bize eşlik edeceğini haber veremediğim için üzgünüm." dedi Snape, araya girerek. Her zamanki sakin, ipeksi ses tonuna, dudağının hafif kıvrılışı eşlik ediyordu-ama Hermione şu an onun bu en çekici yarım gülümsemesine bile kızgındı. "Minerva'yla bu sabah konuştuk ve bize katılmak istedi."
Bu sabah. Hermione içinde lav gibi yükselen öfkeye yenilmemek için yutkundu. McGonagall ve işgüzarlığı olmasa sahiden onunla baş başa yemek yiyecekti yani. Bir umut, acaba Snape de bu emrivakiden rahatsız mı diye yüzüne baktı ama adamın yüzü her zamanki mermerimsi ifadesizliğindeydi, hiçbir şey okunamıyordu.
"Harika."dedi sabırla. "Ama hâlâ neden burada olduğumuzu anlayamıyorum."
"Hermione, biliyorsun sana..."
"Minerva, lütfen." Snape nazikçe yaşlı kadının sözünü kesti. "Bence önce yemeklerimizi yemeliyiz."
McGonagall bununla susar ve onu onaylarken Hermione kendine hâkim olamayarak genç adama dik dik baktı, onun nasıl kıvrandığını gördüğü için bilerek mi erteliyordu acaba? Ve neydi şu bu kadar önemli konu?
Genç kız sinirle bir nefes alarak menüyü incelemeye devam etti. Bu gece sinirlerine hâkim olabilirse belki Guinnes'e başvurabilirdi, dünyanın en sabırlı insanı olarak.
Biraz sonra yanlarında biten beyaz kıyafetli, şık, temiz garsona siparişlerini verdiler; Snape balık istemişti, Hermione ise gönülsüzce de olsa McGonagall'a uyup bir çeşit makarnada karar kılmıştı, Fransız mutfağında pek bilgili olmadığından, en azından midesinin huzurunu korumak istiyordu. Snape'in onlara söz bırakmadan -lezzetini temin ederek- seçtiği sauvignon blanc şarabının sadece adını duymuştu ve epey pahâlı olduğunu tahmin ediyordu, ama ses çıkarmadı. Yemek daveti onlardan geldiğine ve kendisi masada öğrenci kontenjanında olduğuna göre hesap için kaygılanması gerekmezdi herhâlde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kütüphane
FanfictionHermione Granger, bir gün gittiği kütüphanede, hayranı olduğu ünlü yazarla karşılaşır. Not: Bu hikaye, 2013 yılında yazılmış olup daha önce başka sitelerde de yayımlanmıştır. Bu hikayeyi başka isimlerle yayınlayanlara lütfen itibar etmeyiniz.